TÜRKİYE KIRSALINDA KADIN OLMAK
*As published in Bianet on 08.03.2012
“Kırsal kalkınma diyorsunuz pek
anlamadım, nedir bu, ama biz kadınlar için beri’[1]nin yolunun
düzeltilmesi iyi olur..”
“Kadınlar burada Haziran-Eylül arasında dağa
yaylaya süt savmaya giderler. Sabah 10:00 yola çıkarız; 1 saat sonra
hayvanların yanına varırız; sütü sağarız bu da yarım saat sürer; sonra
sırtımızda 10 ile 25 litre
sütle tekrar 1 saat geri eve yürürüz. Eve varmamız 12.30’u bulur; tekrar işe
koyuluruz, yemekti, çocuk bakımıydı, süt kaynatmaktı derken saat 5’i bulur. Ve
biz tekrar aynı işe koyuluruz, tekrar 2.5 saat beriye gideriz; günde toplam 5
saat beri işi yaparız... Kırsal kalkınma diyorsunuz pek anlamadım nedir bu... Ama
biz kadınlar için beri’nin yolunun düzeltilmesi iyi olur, çok taşlı bu yol,
ayaklarımızı kesiyor, çok yoruyor bizi, bu yolu yaparsanız en azından daha az
yoruluruz... Ah keşke köyde bi traktör olsa ve bizi götürse beriye”. (
Düzcealan köyü, kadın, evli, iki çocuk annesi, 28 yaşında)”[2].
Bu cümleler Tatvan Kavar Havzası
Düzcealan köyündeki bir kadına ait. Kavar 6 köy ve 5 mezradan oluşan, Van gölü
kenarında bir havza. Bu köylerden 4 tanesi 1990’larda çatışmalar sırasında
boşaltılmış, 2 tanesi de korucu köyüdür. Havzanın toplam nüfusu 2000 civarında.
Nüfusun
%88’i ilkokul seviyesi veya altında eğitim almıştır. %30’u okur-yazar
değildir. Okur-yazar olmayanların %79’u kadındır. Havzada kişi başına düşen
aylık gelir ortalama 109 TL, medyan gelir ise 82 TL.dir (2008 yılı)[3].
Nüfusun %6’sının bedensel ve/veya zihinsel engeli bulunmaktadır. Havzada ortalama
çocuk sayısı 7 olup bu çocukların yalnızca 1,5’u hastanede doğmaktadır. Havza
nüfusunun %60’ı 25 yaş altındadır. Havza tüm gelişmişlik göstergeleri açısından
Türkiye’nin en yoksul bölgesine denk gelmektedir.
2000’li yılların başlarından
itibaren insanlar kendi olanaklarıyla köylerine dönmeye başladılar. 2008
yılında Özyeğin Vakfı yoksul köylerde yaşam kalitesini arttırmak amacı ile
kırsal kalkınma programı geliştirmeye karar verdiğinde, programın uygulanacağı
ilk havza olarak Tatvan Kavar’ı seçtik. Kavar’ın kadınları ile tanışmam 2008’in
sonlarına rastlıyor.
Kavar’ın kadınları Türkiye’de
kırsalda kadın olmanın zorluklarına ilişkin bize neredeyse tüm örnekleri
sunuyor. Günde 5 saat beriye gidip kilolarca sütü sırtlarında getiriyorlar;
kadınların en büyük sorunu ağır iş yükü. Okula gitmeyi başarmış kadınlar
parmakla gösterilecek kadar az. Resmi nikah artıyor ama hala kadınların miras
talep etmesi ayıp. Ortalama evlilik yaşı 16-20 arasında. Kavar Tatvan merkeze çok yakın bir mesafede
olmasına rağmen(15-20 dakika) özellikle
kadınların hizmetlere ulaşımı sıkıntılı. Kadınlar 6-7 yaşındaki çocuklarını
okutmak için YİBO’lara yollamak zorundalar[4]. Sağlık
ocağı gibi hizmetler yok. Kadınların sosyalleşebileceği mekânlar sınırlı. Kadın
örgütlenmeleri yok ve kadınların kararlara katılımı çok sınırlı. Tabi tüm bunlara Kavar’a özgü sorunları da
eklemek lazım. Savaşın ortasındaki bu köylerde neredeyse tüm kadınlarda
travmanın izlerini görmek mümkün. Kavar Kalkınma Programını tasarlarken Kolbaşı
köyünden bir kadının söyledikleri hâlâ aklımda: “peki ya penceremden her baktığımda, bu yıkık evleri her gördüğümde,
köyümün yakıldığı o günü hatırlıyorum, bunu da düzeltebilecek misiniz?”
Türkiye’de maalesef kırsalda
yaşayan kadınların sorunları sadece devlet tarafından değil sivil toplum ve
kadın hareketi tarafından da ihmal edilmiş bir konu. Bir anlamda gözden ırak
gönülden de ırak oluyor. Gerek kadın hareketinin üyeleri olarak gerek sivil
toplumun parçası olarak kent merkezli yaşamımızda kırdaki kadınların
sorunlarını görme ve bu sorunlara müdahale etme gereğini fazla hissetmiyoruz.
Halbuki dünyadaki her 4 yoksuldan 3’ü kırsalda yaşamaktadır. Yine dünyadaki en
aç insanların %70’i kadınlar ve kız çocuklarıdır[5]. Ve
bu kadınlar, çoğu zaman yediğimiz yiyeceği üreten kadınlardır. Bu rakamlar
Türkiye’de de çok farklı değildir. Türkiye’de kırsal yerlerde yaşayanların
yoksulluk riski kentsel yerlerde yaşayanlardan kat kat fazladır. 2009 TÜİK Yoksulluk Çalışmasının sonuçlarına
göre kentsel yoksulluk %8,86 iken kırsal
yoksulluk %38,69’tur. Daha kötüsü kırsal yoksulluk sürekli artmaktadır.
Kırsal kadının güçlendirilmesi
anlamında yapılacak çok şey var. Kadınların enformel eğitime ulaşımı önemli bir
konu. Bu çerçevede AÇEV’in kırsaldaki kadınların güçlenmesi için oluşturduğu ve
şu an Türkiye’nin köylerinde
yaygınlaştırmaya çalıştığı “Dere-Tepe
Eğitim Programı”[6]
buna iyi bir örnek. Kırda artık tarımsal destekleme politika ve kurumları eski
önemini yitirdi. Çünkü salt tarımsal üretimle geçinen nüfus her yıl azalmakta,
kırsal nüfus gittikçe gelir getirici faaliyetlerde çeşitliliğe gitmektedir. Bu
da fiyat destek politikaları dışında farklı sosyal politika anlayışlarına
gidilmesi gerektiğini gösteriyor. Bugün Türkiye kırsalında epey bir kadın, eşleri
kent merkezlerine çalışmaya gittiği için, özellikle kış aylarında yalnız
kalmakta, çocukların ve evin tüm yüküyle uğraşmaktadır. Bu kadınlar ve
çocukları için farklı destekleme mekanizmaları gerekmektedir. Özellikle küçük
çocuklar için kreşler, ya da bizim Kavar’da uygulamaya çalıştığımız oyuncak
kütüphaneleri gibi farklı uygulamalar önem kazanmaktadır. Kırdaki kadın
sosyalleşeceği mekânlara ihtiyaç duymakta. Bu mekân kimi zaman bir Halkeğitim
kursu kimi zaman Özyeğin Vakfının Kavar’da yaptırdığı gibi köy odaları
olabilir. Bugün Türkiye kırsalında elektrik, su gibi temel altyapı sorunları
büyük ölçüde çözülmüştür, ancak hizmetlere ulaşım halen sorunludur. Bu
çerçevede bazı hizmetlerin yerelleşerek halka sunulması yoluna gidilebilir.
Köylerden yerel kadınlardan hemşire yetiştirmek, yerel eğitmenler
yetiştirmek, ya da köy okullarındaki
eğitimi yerelleştirerek, yaşanılan çevreden örneklerle beslemek gibi
uygulamalar halen nüfusunun büyük çoğunluğunun kırla bağlantısı olan bir ülkede
denenmelidir.
Kadın hareketi olarak da önümüzde ciddi bir görev var bu
anlamda. Bunca yıl ihmal ettiğimiz bu kadınların günlük sorunlarını artık
önceliklendirmemiz gerekiyor. Kavar’da bir kadının kaba bir hesapla ömrünün
onda biri tandırda geçiyor. Bir kadın haftada ortalama 100 adet ekmek yapıyor,
karbon monoksit gazını soludukça soluyor. Her yıl birkaç çocuk tandıra düşerek
ölebiliyor. Kolbaşı köyünde bu yıl yaptığımız ufacık bir ekmek fırını, bu
köydeki kadınların yaşamlarının onda birini artık kendilerine ve çocuklarına ayırmalarına vesile olabiliyor.
8 Mart Kadınlar Günü’nde sözü yine Kavar’ın kadınlarına bırakmak isterim:
“Yeni dönmüştüm köye, toprak nasıl olur bilmiyordum, bir çiçek nasıl
ekilir bilmiyordum. İstanbulda çiçeğimiz yoktu, çünkü o havada çiçek bile
yetişmez. Israr ettiler ben de kursa yazıldım. 3 ay kursa gittim sertifika
aldım. Toprakla haşır neşir oldum. Çok şey öğrendim. Bu insanlar göç ettikleri
yerde hep dışlanmışlar. Hor görülmüşler… Yukarı mahalledeki kadınların çoğunu
tanımıyordum ama ortak üretim yaparken orada çok iyi arkadaşlığımız oldu yani
hemen hemen kadın günü gibi geçiyordu. Çay götürürdük birşeyler götürürdük.
Çiçeğimiz bittiği zaman otururduk sohbet ederdik. Çok güzel geçti, hele de
çiçeklerimiz açtığı vakit... Kadınların özellikle yani eşlerinden para istemeden
kendi paralarının olması çok güzeldi. Herkes diyordu paramla şunu alacağım şunu
alacağım yani o heyecanı okumak kadınların gözünden çok güzeldi. Ben de oğluma
kulak cihazı aldım. Cihazını
kaybetmişti. Çok sevindim kendim alabildiğime. Ama hâlâ yüz liram var bankada.[7]”
(Kadın,
25 yaşında, Kolbaşı Köyü,1990’larda zorunlu göçle İstanbul’a göç etmiş,
2000’lerin sonunda dönmüş, Vakfın
kurduğu 2 serada 20 kadınla ortak üretim metoduyla mevsimlik çiçek yetiştiriciliği yapıyor.
Çiçekleri Bitlis ve Tatvan Belediyelerine satıyor).
“Bütün hayalim çocuklarımı
okutmak. Babam beni okutmadı. İleri görüşlü bir insan değildi. Küçükken
girdiğim devlet parasız yatılı sınavında birinci olmuştum, ama babam
göndermedi. Öğretmenim de dayımdı iki ay boyunca uğraştı ama babamı ikna
edemedi. Sınavda başarısız olan bir kızı yerime gönderdiler. Bu bana çok büyük
bir dert oldu ben çok istiyordum okumayı. Benden sonraki kız kardeşlerimi de
okutmadı. Sadece erkek kardeşlerimi okuttu, ama onlar da okumadı. Açıköğretim
istedim ama ailevi problemlerden dolayı gidemedim. Fakat hâlâ gitmek istiyorum.
Ben okumayı çok seviyorum. Dünya klasikleri okuyorum mesela Gorki, Emile Zola okuyorum. Çocukluğumdan
beri okuyorum. Evlendiğim günden
itibaren çocuk sahibi olduktan sonra çocuklarımı okutacam dedim.[8]”
(Kadın,
38 yaşında, Düzcealan Köyü, şimdi arıcılık yapıyor, havzadaki tüm kadınlara
örnek oldu, çocukları okuyor, kızı üniversiteyi kazandı).
Nurcan Baysal
6 Mart 2012, Diyarbakır
[1] Beriye gitmek: Küçükbaş
hayvanın sütünü sağmak için otlak/meraya gitmek.
[3] 2007 yılında Türkiye’de 4 kişilik bir aile
için açlık sınırı 610 TL’dir (TÜİK).
[4] Bu sorun 2011 yılında
Hüsnü Özyeğin Vakfı’nın havzaya yaptırdığı 10 derslikli Hüsnü M. Özyeğin Vakfı
Deniz Süren İlkokulu’nun açılması ile
çözüldü.
[5] “Açlık”, V. Shiva ve N. Burge, BGST, 23 Aralık 2010, http://www.bgst.org/keab/vs20101223.asp
[7] Özyeğin Vakfı, Kavar
Kırsal Kalkınma Projesi Ara Değerlendirme Raporu, Meltem Aran, Kriesten Biehl,
Aralık 2010.
[8] Özyeğin Vakfı, Kavar Kırsal Kalkınma Projesi
Ara Değerlendirme Raporu, Meltem Aran, Kriesten Biehl, Aralık 2010.
No comments:
Post a Comment