Friday, November 1, 2013

TÜRKİYE KIRSALINDA KADIN OLMAK


TÜRKİYE KIRSALINDA KADIN OLMAK

*As published in Bianet on 08.03.2012



“Kırsal kalkınma diyorsunuz pek anlamadım, nedir bu, ama biz kadınlar için beri’[1]nin yolunun düzeltilmesi iyi olur..”
“Kadınlar burada Haziran-Eylül arasında dağa yaylaya süt savmaya giderler. Sabah 10:00 yola çıkarız; 1 saat sonra hayvanların yanına varırız; sütü sağarız bu da yarım saat sürer; sonra sırtımızda 10 ile 25 litre sütle tekrar 1 saat geri eve yürürüz. Eve varmamız 12.30’u bulur; tekrar işe koyuluruz, yemekti, çocuk bakımıydı, süt kaynatmaktı derken saat 5’i bulur. Ve biz tekrar aynı işe koyuluruz, tekrar 2.5 saat beriye gideriz; günde toplam 5 saat beri işi yaparız... Kırsal kalkınma diyorsunuz pek anlamadım nedir bu... Ama biz kadınlar için beri’nin yolunun düzeltilmesi iyi olur, çok taşlı bu yol, ayaklarımızı kesiyor, çok yoruyor bizi, bu yolu yaparsanız en azından daha az yoruluruz... Ah keşke köyde bi traktör olsa ve bizi götürse beriye”. ( Düzcealan köyü, kadın, evli, iki çocuk annesi, 28 yaşında)”[2].

Bu cümleler Tatvan Kavar Havzası Düzcealan köyündeki bir kadına ait. Kavar 6 köy ve 5 mezradan oluşan, Van gölü kenarında bir havza. Bu köylerden 4 tanesi 1990’larda çatışmalar sırasında boşaltılmış, 2 tanesi de korucu köyüdür. Havzanın toplam nüfusu 2000 civarında. Nüfusun %88’i ilkokul seviyesi veya altında eğitim almıştır. %30’u okur-yazar değildir. Okur-yazar olmayanların %79’u kadındır. Havzada kişi başına düşen aylık gelir ortalama 109 TL, medyan gelir ise 82 TL.dir (2008 yılı)[3]. Nüfusun %6’sının bedensel ve/veya zihinsel engeli bulunmaktadır. Havzada ortalama çocuk sayısı 7 olup bu çocukların yalnızca 1,5’u hastanede doğmaktadır. Havza nüfusunun %60’ı 25 yaş altındadır. Havza tüm gelişmişlik göstergeleri açısından Türkiye’nin en yoksul bölgesine denk gelmektedir.

2000’li yılların başlarından itibaren insanlar kendi olanaklarıyla köylerine dönmeye başladılar. 2008 yılında Özyeğin Vakfı yoksul köylerde yaşam kalitesini arttırmak amacı ile kırsal kalkınma programı geliştirmeye karar verdiğinde, programın uygulanacağı ilk havza olarak Tatvan Kavar’ı seçtik. Kavar’ın kadınları ile tanışmam 2008’in sonlarına rastlıyor.

Kavar’ın kadınları Türkiye’de kırsalda kadın olmanın zorluklarına ilişkin bize neredeyse tüm örnekleri sunuyor. Günde 5 saat beriye gidip kilolarca sütü sırtlarında getiriyorlar; kadınların en büyük sorunu ağır iş yükü. Okula gitmeyi başarmış kadınlar parmakla gösterilecek kadar az. Resmi nikah artıyor ama hala kadınların miras talep etmesi ayıp. Ortalama evlilik yaşı 16-20 arasında.  Kavar Tatvan merkeze çok yakın bir mesafede olmasına rağmen(15-20 dakika)  özellikle kadınların hizmetlere ulaşımı sıkıntılı. Kadınlar 6-7 yaşındaki çocuklarını okutmak için YİBO’lara yollamak zorundalar[4]. Sağlık ocağı gibi hizmetler yok. Kadınların sosyalleşebileceği mekânlar sınırlı. Kadın örgütlenmeleri yok ve kadınların kararlara katılımı çok sınırlı.  Tabi tüm bunlara Kavar’a özgü sorunları da eklemek lazım. Savaşın ortasındaki bu köylerde neredeyse tüm kadınlarda travmanın izlerini görmek mümkün. Kavar Kalkınma Programını tasarlarken Kolbaşı köyünden bir kadının söyledikleri hâlâ aklımda: “peki ya penceremden her baktığımda, bu yıkık evleri her gördüğümde, köyümün yakıldığı o günü hatırlıyorum, bunu da düzeltebilecek misiniz?”

Türkiye’de maalesef kırsalda yaşayan kadınların sorunları sadece devlet tarafından değil sivil toplum ve kadın hareketi tarafından da ihmal edilmiş bir konu. Bir anlamda gözden ırak gönülden de ırak oluyor. Gerek kadın hareketinin üyeleri olarak gerek sivil toplumun parçası olarak kent merkezli yaşamımızda kırdaki kadınların sorunlarını görme ve bu sorunlara müdahale etme gereğini fazla hissetmiyoruz. Halbuki dünyadaki her 4 yoksuldan 3’ü kırsalda yaşamaktadır. Yine dünyadaki en aç insanların %70’i kadınlar ve kız çocuklarıdır[5]. Ve bu kadınlar, çoğu zaman yediğimiz yiyeceği üreten kadınlardır. Bu rakamlar Türkiye’de de çok farklı değildir. Türkiye’de kırsal yerlerde yaşayanların yoksulluk riski kentsel yerlerde yaşayanlardan kat kat fazladır.  2009 TÜİK Yoksulluk Çalışmasının sonuçlarına göre  kentsel yoksulluk %8,86 iken kırsal yoksulluk %38,69’tur. Daha kötüsü kırsal yoksulluk sürekli artmaktadır.

Kırsal kadının güçlendirilmesi anlamında yapılacak çok şey var. Kadınların enformel eğitime ulaşımı önemli bir konu. Bu çerçevede AÇEV’in kırsaldaki kadınların güçlenmesi için oluşturduğu ve şu an Türkiye’nin köylerinde  yaygınlaştırmaya çalıştığı “Dere-Tepe Eğitim Programı”[6] buna iyi bir örnek. Kırda artık tarımsal destekleme politika ve kurumları eski önemini yitirdi. Çünkü salt tarımsal üretimle geçinen nüfus her yıl azalmakta, kırsal nüfus gittikçe gelir getirici faaliyetlerde çeşitliliğe gitmektedir. Bu da fiyat destek politikaları dışında farklı sosyal politika anlayışlarına gidilmesi gerektiğini gösteriyor. Bugün Türkiye kırsalında epey bir kadın, eşleri kent merkezlerine çalışmaya gittiği için, özellikle kış aylarında yalnız kalmakta, çocukların ve evin tüm yüküyle uğraşmaktadır. Bu kadınlar ve çocukları için farklı destekleme mekanizmaları gerekmektedir. Özellikle küçük çocuklar için kreşler, ya da bizim Kavar’da uygulamaya çalıştığımız oyuncak kütüphaneleri gibi farklı uygulamalar önem kazanmaktadır. Kırdaki kadın sosyalleşeceği mekânlara ihtiyaç duymakta. Bu mekân kimi zaman bir Halkeğitim kursu kimi zaman Özyeğin Vakfının Kavar’da yaptırdığı gibi köy odaları olabilir. Bugün Türkiye kırsalında elektrik, su gibi temel altyapı sorunları büyük ölçüde çözülmüştür, ancak hizmetlere ulaşım halen sorunludur. Bu çerçevede bazı hizmetlerin yerelleşerek halka sunulması yoluna gidilebilir. Köylerden yerel kadınlardan hemşire yetiştirmek, yerel eğitmenler yetiştirmek,  ya da köy okullarındaki eğitimi yerelleştirerek, yaşanılan çevreden örneklerle beslemek gibi uygulamalar halen nüfusunun büyük çoğunluğunun kırla bağlantısı olan bir ülkede denenmelidir.

Kadın hareketi olarak da önümüzde ciddi bir görev var bu anlamda. Bunca yıl ihmal ettiğimiz bu kadınların günlük sorunlarını artık önceliklendirmemiz gerekiyor. Kavar’da bir kadının kaba bir hesapla ömrünün onda biri tandırda geçiyor. Bir kadın haftada ortalama 100 adet ekmek yapıyor, karbon monoksit gazını soludukça soluyor. Her yıl birkaç çocuk tandıra düşerek ölebiliyor. Kolbaşı köyünde bu yıl yaptığımız ufacık bir ekmek fırını, bu köydeki kadınların yaşamlarının onda birini artık kendilerine  ve çocuklarına ayırmalarına vesile olabiliyor.

8 Mart Kadınlar Günü’nde sözü yine Kavar’ın kadınlarına bırakmak isterim:

                        “Yeni dönmüştüm köye,  toprak nasıl olur bilmiyordum, bir çiçek nasıl ekilir bilmiyordum. İstanbulda çiçeğimiz yoktu, çünkü o havada çiçek bile yetişmez. Israr ettiler ben de kursa yazıldım. 3 ay kursa gittim sertifika aldım. Toprakla haşır neşir oldum. Çok şey öğrendim. Bu insanlar göç ettikleri yerde hep dışlanmışlar. Hor görülmüşler… Yukarı mahalledeki kadınların çoğunu tanımıyordum ama ortak üretim yaparken orada çok iyi arkadaşlığımız oldu yani hemen hemen kadın günü gibi geçiyordu. Çay götürürdük birşeyler götürürdük. Çiçeğimiz bittiği zaman otururduk sohbet ederdik. Çok güzel geçti, hele de çiçeklerimiz açtığı vakit... Kadınların özellikle yani eşlerinden para istemeden kendi paralarının olması çok güzeldi. Herkes diyordu paramla şunu alacağım şunu alacağım yani o heyecanı okumak kadınların gözünden çok güzeldi. Ben de oğluma kulak cihazı aldım. Cihazını kaybetmişti. Çok sevindim kendim alabildiğime. Ama hâlâ yüz liram var bankada.[7]
 (Kadın, 25 yaşında, Kolbaşı Köyü,1990’larda zorunlu göçle İstanbul’a göç etmiş, 2000’lerin sonunda dönmüş,  Vakfın kurduğu 2 serada 20 kadınla ortak üretim metoduyla  mevsimlik çiçek yetiştiriciliği yapıyor. Çiçekleri Bitlis ve Tatvan Belediyelerine satıyor).

                     “Bütün hayalim çocuklarımı okutmak. Babam beni okutmadı. İleri görüşlü bir insan değildi. Küçükken girdiğim devlet parasız yatılı sınavında birinci olmuştum, ama babam göndermedi. Öğretmenim de dayımdı iki ay boyunca uğraştı ama babamı ikna edemedi. Sınavda başarısız olan bir kızı yerime gönderdiler. Bu bana çok büyük bir dert oldu ben çok istiyordum okumayı. Benden sonraki kız kardeşlerimi de okutmadı. Sadece erkek kardeşlerimi okuttu, ama onlar da okumadı. Açıköğretim istedim ama ailevi problemlerden dolayı gidemedim. Fakat hâlâ gitmek istiyorum. Ben okumayı çok seviyorum. Dünya klasikleri okuyorum mesela  Gorki, Emile Zola okuyorum. Çocukluğumdan beri okuyorum.  Evlendiğim günden itibaren çocuk sahibi olduktan sonra çocuklarımı okutacam dedim.[8]
 (Kadın, 38 yaşında, Düzcealan Köyü, şimdi arıcılık yapıyor, havzadaki tüm kadınlara örnek oldu, çocukları okuyor, kızı üniversiteyi kazandı).


 Nurcan Baysal
6 Mart 2012, Diyarbakır




[1] Beriye gitmek: Küçükbaş hayvanın sütünü sağmak için otlak/meraya gitmek.
[2] Özyeğin Vakfı , Saha Araştırma Raporu,  Ayşe Gündüz-Hoşgör, Kavar, Bitlis, Ağustos 2008.
[3] 2007 yılında Türkiye’de 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 610 TL’dir (TÜİK).
[4] Bu sorun 2011 yılında Hüsnü Özyeğin Vakfı’nın havzaya yaptırdığı 10 derslikli Hüsnü M. Özyeğin Vakfı Deniz Süren İlkokulu’nun açılması  ile çözüldü.

[5] “Açlık”, V. Shiva ve N. Burge, BGST, 23 Aralık 2010, http://www.bgst.org/keab/vs20101223.asp


[7] Özyeğin Vakfı, Kavar Kırsal Kalkınma Projesi Ara Değerlendirme Raporu, Meltem Aran, Kriesten Biehl, Aralık 2010.
[8]  Özyeğin Vakfı, Kavar Kırsal Kalkınma Projesi Ara Değerlendirme Raporu, Meltem Aran, Kriesten Biehl, Aralık 2010.

No comments:

Post a Comment