Kürtlere Düşen Çocukluk Nedir?
*As published in BIANET on 26.11.2013
Kürt Çocuk Olmak Ne Demek? Kaç Kürt iyi bir çocukluk hatırlıyor? 20
Kasım Dünya Çocuk Hakları gününde aklıma tekrar takıldı bu soru.
Kürtlere düşen çocukluk neydi?
Ölümdü…
Uğur Kaymaz 9 yıl önce 21
Kasım’da askerler tarafından öldürüldü. Uğur Kaymaz babasıyla birlikte
öldürüldüğünde 12 yaşındaydı, vücudundan yaşından fazla, 13 mermi çıkmıştı.
Enes Ata 8 yaşındaydı başına kurşunlar yağdırıldığında. Fatih Tekin
Batman’daki evinin damında yanağına isabet eden polis kurşunuyla öldüğünde 3
yaşındaydı.
Behzat Özen henüz bundan 2 hafta önce mayına basarak öldüğünde 8 yaşındaydı.
Hakkari’nin Şemdinli ilçesinin Altınsu Köyü İncesu Mezrası’nda
yaşıyordu. O gün de diğer günler gibi arkadaşı Tayfun ile birlikte hayvanları
otlatmaya götürmüşlerdi.
Bingöl’de kitap almaya giderken,1 TL.leri olmadığı için yürüyerek
Çapakçur Deresinden geçmeye çalışan Asliye ve Zeynep boğulduklarında 10
yaşındalardı.
Bu çocuklar öldüler. Çünkü bu coğrafyada doğmuşlardı.
Kürtlere düşen çocukluk neydi?
Yoksulluktu, açlıktı, yokluktu…
Bugün Kürt çocukların çoğunluğu yoksulluk ve açlıkla karşı karşıya.
Özellikle 1992-1996 yılları arasında gerçekleştirilen zorunlu göç ve köy
yakmalar bu açlık ve yoksulluğun en temel nedenlerinden biri. Zorunlu göçle
şehrin varoşlarına savrulan bu ailelerin ve çocuklarının çoğunluğu, zorunlu
göçten 25 yıl sonra bile bellerini doğrultabilmiş değiller. 2009 yılında
zorunlu göçle gelen ailelere ilişkin yaptığım bir araştırma sırasında, bir baba
şöyle demişti:
“Köyden kente gelince gözlerimiz kapalıydı, çoluk
çocuğu perişan ettik. Çocuklarımız
hırsızlık yapıyor, çöplerde dolaşıyor, çöplerden ekmek topluyorlar.
Sudan çıkmış balığa döndük.”
Bugün Diyarbakır’ın sokaklarında binlerce çocuk
açlıkla mücadele etmekte. Azize(10), Aziz(7) ve Mahmut(5) Diyarbakır’da bir çöp
evde bulunduklarında, günlerce aç kalmış olmanın sonucu olarak vücutları
şişmiş, gelişim bozukluğu başlamış, konuşamıyorlardı.
Bu çocuklar açlar, çünkü Kürtler.
Kürtlere düşen çocukluk neydi?
Kendinden, dilinden utanmaktı.
Henüz daha birkaç ay önce gazetelere düşmüştü Bemâl’in haberi. Bemâl
anadil sorunu nedeniyle “zeka özürlü” denerek bir rehabilitasyon merkezine
kapatılmıştı. Bemâl şöyle anlatıyordu:
“Kürtçe pis ve kötü bir dildir. Kürtçe konuştum
diye bana ‘deli’ deyip buraya gönderdiler.”
Çoğumuz belki rehabilitasyon merkezine kapatılmadık, ama Türklüğün ve
Türkçe’nin bütün kurumlarıyla yüceltildiği bir dönemde kaçımız utanmadık Kürtçe
konuşmaktan?
Anamızın konuştuğu dilden utanmamız sağlandı, çocuk başımız eğik gezdik,
çünkü dilimiz Kürtçeydi.
Kürtlere düşen çocukluk neydi?
Şiddetti, korkuydu, cezaeviydi.
Helikopter sesleriyle uyanıp, tankların arasında sakız satıp, “Apoculuk”
oynayarak geçmişti Kürtlerin çocukluğu. Çocukluğumuzdaki helikopter ve bomba
seslerinin şiddetini, bugün sokaklarda gösterilerde en ön sıralarda olan
çocuklarımızın ellerindeki taşın,
yüzlerindeki maskelerin şiddetinde bulabilirsiniz. 2012 yazında çalıştığım bir
köyde, bomba seslerinin korkusundan kendini odaya kapatan 3 yaşındaki Havin
bebeği hatırlıyorum. Havin bir daha çıkmadı o odadan.
Kürt çocuklar Roj TV, Nûçe TV izlerler, cezaevlerini tanırlar, kimyasal silah nedir
iyi bilirler. Onlar öldürülen babalarının, analarının anıları, yakılan
köylerinin hikayeleri ile büyüdüler. Kürt çocuklar öfkeliler, onlardan
esirgenen şeyler için kızgınlar. Kaybettiklerini, köylerini, evlerini,
ağabeylerini, babalarını geri istiyorlar. Hiç sahip olamadıkları “çocukluk
haklarını” istiyorlar. Onlara bu yaşamı reva görenler hesap versin istiyorlar.
Geçmişin ağır yüküyle taşı olanca şiddetiyle fırlatıyorlar.
Kürt çocukların ellerinde taş
var, çünkü hayat gerçekleridir bu şiddet.
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günüydü. Biz Kürtler kutlamadık.
Nurcan Baysal
21.11.2013, Diyarbakır
No comments:
Post a Comment