Ermeniler’in ahıyla yaşamak!
Nenem Ayşe Teyfur 2014 yılının Ekim ayında 104 yaşındayken aramızdan
göçtü. Bir asırdan uzun ömründe nenemle iletişimim çok sınırlıydı. Çünkü nenem
Türkçe, ben de Kürtçe bilmiyordum.
Nenemle şarkılar aracılığıyla konuşurduk. İkimizde şarkıları seviyorduk. Kürtçe bilmeyen
binlerce Kürt çocuk gibi ben de Kürtçe şarkıları anlamasam da ezbere
biliyordum. Muhtemelen hepsi zulümden, ölümden, savaştan bahsettikleri içindi.
Nenem bana sürekli şarkı söyler, ben de şarkılar aracılığıyla aslında nenemi
dinlerdim.
Nenemin söylediği şarkılar daha çok hüzünlü ağıtlardı. Nenemin yüzyıllık
tanıklığı bu ağıtlarda sanki ses bulurdu.
İplik her zaman iğneyi takip eder…
Nenemin ağıtlarının bir kısmının Ermeni komşuları için olduğunu ise çok
geç öğrenecektim:
Köyde sessiz bir gündü yine. Ben ve nenem iletişim kuramadığımız için,
köy evindeki divanda sessizce oturuyorduk. Köyün en tepesindeki evimizden tüm
köy görünürdü. Ağaçlar, bahçeler, üzüm bağları, dağlar ve kayalıkların üzerine
kurulu Şeyh Selamet Köyü, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra değiştirilen, Türkçeleştirilen
ismiyle “Dede Köy”. Sessizliği nenemin sesi bozdu. Nenem bir ağıt okuyordu yine,
okurken ağıtı bir yandan da sanki yüzyıl öncesini görüyordu. Elleriyle bana
gözlerini işaret etti, bana bir şey anlatmaya çalışır gibiydi.
Daha sonra odaya giren annemden nenemin ağıtının bir Ermeni genci için
olduğunu öğrendim. Oysa o zamana kadar kimse bana bizim köyün Ermenilerin de
yurdu olduğunu söylememişti.
Meğer bizim köyümüz, Diyarbakır’ın Dicle ilçesine bağlı Şeyh Selamet
Köyü, yüzyıl önce Ermenilerle Kürtlerin beraber yaşadığı bir köymüş. Ermeni
soykırımı sırasında askerler köye gelmişler. Ermenileri toparlayıp ölüme
götürmüşler. Nenem her şeyi dün olmuş gibi net hatırlıyordu:
“Askerler
komşularımızı tek tek götürüyordu. Ben çok küçüktüm, amcamın yanındaydım.
Komşumuz amcama dedi ki ‘niye izin veriyorsunuz bizi götürmelerine?’ Amcam da
dedi ki ‘onlar hükmettir, biz ne yapabiliriz?’Komşumuz da dedi ki:
‘Kürtlerle Ermeniler iğne ile iplik
gibidir. İplik her zaman iğneyi takip eder.’ ”
Nenem bunu anlatırken
hafif titriyor. Sonra ağıt yaktığı Ermeni gencini anlatıyor: “Genç
bir Ermeni çocuk vardı. Biz bütün çocuklar O’na hayrandık. Çok güzel kara
gözleri vardı, sürmeli gibiydi. Bir gün O’nu aldılar, götürdüler. Biz de
arkasından takip ettik. Şu tepeye çıkardılar. Oradan attılar aşağıya. Toplayıp
tepeden atıyorlardı Ermenileri, kürekle çekiçle vura vura…”
Yüzyıl geçmişti, ama
belli ki nenem hala o gencin gözlerini görüyordu…
Ermenilerin
ahı kaldı…
Uzun yıllar çalıştığım[1]
Tatvan’a bağlı Kavar havzası köylerinde de neneminkine benzer hikâyeleri
duyacaktım. Kavar havzasındaki köy ve mezraların çoğu bir zamanlar Ermenilerin
de yurduydu.[2]
Kavarlılarla ne zaman geçmişle ilgili konuşsam, konu muhakkak Ermenilere gelir
ve Kavarlılar Ermenilerin nasıl vahşice katledildiğini anlatırlardı. 90’lardan
itibaren Kürt gerillaların yurdu olan Kavar’ın dağlarında, yüzyılın başında da Ermeniler
canice katledilmişlerdi. 90’larda Kavar
köyleri boşaltılan ve yakılan binlerce Kürt köyünün kaderini paylaştı.[3]
1990’ların başında korucu olmaya zorlanan Kavar köylerinin bir kısmı koruculuğu
kabul etti[4],
kabul etmeyen köyler devlet tarafından boşaltıldı ve biri de yakıldı.[5]
Yurtlarını terk etmek zorunda kalan Kavarlılar büyük şehirlere savrulduktan 15-20 yıl sonra, 2005’lerden itibaren tekrar
Kavar’a dönmeye başladılar.
Kavarlılar, Ermenilere
yapılan soykırımı kabul edip, bu soykırıma dedelerinin katılmış olmasından
dolayı büyük bir utanç duyuyorlardı. Kürt olmaktan kaynaklı bu ülkede yaşadıkları
zulmü, anadillerinin yasaklanmasını, köylerinin yakılmasını, zorla göç
ettirilmelerini… tüm bunları biraz da Ermenilere yapılan soykırımda, zulümde
dedelerinin yer almış olmasına bağlıyorlardı. Yaşananlara ilişkin
konuşurken sık sık “Ermenilerin ahı kalmış” diyorlardı.
Görüştüğüm yaşlı bir
Kavarlı bana bunu şöyle anlatacaktı:
“Ermenilerden
kalan bütün isimler değişmiş, hatta Ermenilerden hiçbir şey kalmamış, sadece
Ermenilerin ahı kalmış… O nedenle Ermenilerden kalan yerlerde yaşayanların iki
yakası bir araya gelmez kızım. Kim zulüm yaparsa, sonra o da zulüm görür”.
Kürdistan’da
Ermeni soykırımına bakış
Türkiye Kürdistan’ında
son 30 yılda devlet ve PKK arasında yaşanan savaş, ve Kürtlerin Türkiye’de yaşadıkları
zulüm, sadece Kavar değil, Kürdistan genelinde Ermenilere ilişkin
sorgulamaların kapısını aralamıştı. Kürt hareketinin “halkların kardeşliği”
söylemi ve Kürtlerin son 20 yılda yaşadığı değişim ve dönüşümün de etkisiyle Kürtler
Ermeni soykırımı konusunda ciddi sorgulamalar yapmaya başlamış, bir soykırım
yaşandığını kabul etmişlerdi. Yapılan bu soykırımda yer aldıkları için utanç
içinde olduklarını birçok Kürt açıklıkla dile getirmiş ve Ermenilerden
defalarca af dilemişlerdi. Bırakın okumuşunu, şehirlisini, bugün hangi Kürt
köyüne giderseniz gidin, Ermenilere yapılan vahşeti ve bu yaşananlardan dolayı
üzüntüsünü anlatır. Kavar köylerinde de köylülerin çoğunluğu Ermenilere yapılan
soykırımda atalarının da yer almasından öyle utanıyorlardı ki, Ermenilerden ne
zaman konu açılsa “onlar o kadar güzelmişler ki, herkes hayran
kalırmış…”, “onlar o kadar iyilermiş ki bütün yetimleri doyururlarmış”, “onlar
o kadar yetenekliymiş ki en zor taşları bile incecik işlerlermiş”, “buralarda
güzel ne varsa Ermenilerden kalmış…” gibi Ermenilerle ilgili olumlu
her şeyi öne çıkararak, bire bin vurgu yaparak anlatıyorlardı.
2000’lerin başından
itibaren Kürt Bölgelerindeki belediyelerin çoğunu alan Kürt siyasal hareketinin
yaptığı öncelikli işlerden biri de Ermenilerden kalan yapıların onarılması ve
restorasyonu oldu. Bu restorasyonlardan en çok bilineni, dünyadaki tüm
Ermeniler için çok kıymetli olan, Diyarbakır Suriçi’ndeki Surp Giragos Ermeni Kilisesinin
restorasyonu oldu. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde başlatılan bu
restorasyon Diyarbakır’dan dünyanın birçok yerine dağılmış yüzlerce Ermeninin
desteği ile gerçekleşti ve 2011 yılında tekrar ibadete açılışı da görkemli
oldu. Anadolu topraklarında tekrar ayağa kaldırılan bu heybetli yapı ile sadece
Ermeniler kiliseleri ile tekrar buluşmuyor, kilise, Diyarbakır halkını da bir
hafıza mekânı olarak Ermeni geçmişi ile tekrar yüzleştiriyordu. Surp Giragos
Ermeni Kilisesi birkaç yıl içerisinde Diyarbakırlıların sık sık uğradığı,
Ermeni geçmişlerini sorguladığı bir mekana dönüştü.
2015
Aralık, Amed, Amida, Diyarbakır, Dikranagerd… yanıyor!
Şuan ben sizlere bu
satırları yazarken (2015 Aralık ayı) şehrimin bir kısmında, kalbinde,
merkezinde, Suriçi’nde sokağa çıkma yasağı var.[6]
Tepemde helikopterler dönüyor, dışarıdan bomba ve silah sesleri geliyor. 2
Aralık 2015 tarihinde Diyarbakır’ın
merkezi Suriçinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı, 17 saatlik bir aranın
dışında kesintisiz 23 gündür devam ediyor. 100 bin nüfuslu bir ilçe olan Sur ilçesi
sadece Kürtlerin değil Ermenilerin, Keldanilerin, Süryanilerin de yurdu…
Tanklar ve topların dışında helikopterlerle devlet Suriçi’ni bombalıyor.
İnsanlarımız katlediliyor, 30’dan fazla kavime ev sahipliği yapmış 5000 yıllık Diyarbakır,
Amed, Amida, Dikranagerd… yanıyor. 500 yıllık Kurşunlu cami güvenlik güçlerinin
top atışlarıyla yanıyor. Yüzyıl sonra, dünyanın dört bir yanından Ermenilerin
desteği ile restorasyonu yapılan Surp Giragos Ermeni Kilisesinin camları
kırılmış durumda, kilisenin içindeki tahribata ilişkin bir bilgi alamıyoruz.
Çünkü Suriçi’ne giriş çıkış yasak. Surp Giragos’taki Ermenilerin ruhu,
Dikranagerd’in dar sokakları can çekişiyor.
Ermeni
piçi olmak!
Akşamları Suriçinde
turlayan devletin zırhlı araçlarından Kürtlere, “hepiniz Ermenisiniz, Ermeni piçisiniz” anonsları yapılıyor. Soykırımdan
tamı tamına 100 yıl sonra, Türkiye devletinin dilinde Ermeniler hala “piç”in
ötesine geçemiyor. Kürtler ve Ermeniler devlet nezdindeki “piç”likte yine
kardeş oluyor. Ermenilere yönelik nefret dili, Kürtlere yönelik nefretle
buluşuyor.
Kendince Kürtlere
hakaret ettiğini sanan bu zavallı polisler bunca yıldır katlettikleri Kürtleri
hala tanımıyor. Kürtlerin Ermenilere yapılan soykırımın bir parçası olduğu için
ne kadar utandığını bilmiyor. Kürtlerin sadece kendileri için değil,
Mezopotamya’da yaşayan tüm halklar için eşit özgür bir yaşam istediğinin
farkında bile değil!
Evet, hepimiz
Ermeniyiz! Ve Ermeni olmaktan ancak gurur duyarız. 100 yıl önce katliamlarında
yer aldığımız Ermeni kardeşlerimizden özür diliyoruz, keşke bizi
affedebilseler.
Peki, biz Ermeniyiz de,
yüzyıllardır bu topraklarda yaşayanlara zulüm yapan, yaptığı zulümlerden dolayı
korkudan yüzünü gözüne kadar kapatıp halkın içine çıkamayan, kafasını bile
uzatmaya korktuğu TOMA’dan insanlara gaz sıkan, yaptığı yığınakların arkasına
saklanarak halkı kurşunlayan, 75 yaşındaki adamı elindeki ekmeklerle katleden, doğmamış
Kürt ve Ermeni bebeleri anne karnında katleden, evlere bombalar atan, yakıp
yıkan, uykudaki insanları öldüren, küçücük çocukların cesetlerinin gömülmeden
bozulmasına neden olan, tankla topla Kürtlerin, Ermenilerin ve başka halkların yurdu
olan Amed’i, Dikrangerd’i, Amida’yı yıkan… sizler, siz kimsiniz?
Ermenilerden
kalan ahı, yeni bir yaşama evirmek!
Ayşe Nenem, koca ceviz
ağacı, bu topraklarda 100 yıllık bir
zulme tanıklık etti, ben 40 yıllık… Şimdi çocuklarım Bawer ve Aras bu topraklarda
devam eden zulme tanıklık ediyorlar.
100 yıl önce Ermenilere
bu topraklarda yapılan soykırımın bir benzeri, 100 yıldan fazla bir zamandır Kürtlere
yapılıyor. 100 yıl önce iç düşman Ermenilerdi, bugün ise Kürtler. Yüzyıl önce
Ermeniler yurtlarından sürüldüler, şimdi de Kürtler sürülmeye çalışılıyor.
Başbakan Davutoğlu 2 gün önce “ev ev temizleyeceğiz” diyerek[7],
1915’in İttihat ve Terakki dilini kullanıyor.
Belki de Ermenilerin
ahı bu topraklarda gerçekten kaldı! Kim bilir!
Ama ben bu ah’ın artık
bitmesi, Ermenilerin bizleri bağışlaması, ve Kürtlerin, Ermenilerin ve bu toprakların
diğer kadim halklarının el ele vererek, zulme karşı birlikte direnerek, eşit ve
özgür bir yaşamı bu topraklarda tekrar inşa etmesi gerektiğini düşünüyorum!
Siz gittiniz, biz
eksildik!
Menk Tsez Chenk Moratsel! Anmoroug Dzaghig![8]
Nurcan
Baysal
25.12.2015,
Diyarbakır
[1]
2008-2013 yılları arasında Hüsnü Özyeğin Vakfı Kırsal Kalkınma Koordinatörü
olarak çalıştım. Bu çerçevede Tatvan Kavar köylerinde bir kırsal kalkınma
programı yürüttük.
[2] Kavar
Tatvan-Van yolu arasında, 6 köy (Kolbaşı/Avetax, Bolalan/ Şamnis, Dibekli/Sülü,
Düzcealan/Çorsin, Tokaçlı/Kurtıkan, Yassıca/Ünsüz) 5 mezradan oluşan bir
havzadır. Havza köylerine ve havzanın hikayesine ilişkin yazarın kitabına
bakınız: Nurcan Baysal, O GÜN, İletişim yayınları, 2014, İstanbul.
[3] 1990’ların
ilk yarısında, devlet PKK ile yaptığı savaşta alan hakimiyeti sağlamak için
3000 Kürt köyünü zorla boşalttı. Ansızın, hazırlıksız olan bu boşaltma
sırasında, bazı köyler de yakıldı. Türkiye devletine göre 1.200.000 civarında
kişi, sivil toplum örgütlerine göre 3 milyon civarında kişi zorla göç
ettirildi.
[4]
Koruculuk, Kürt köylülerinden oluşturulan paramiliter bir örgütlenmedir. 1980
yılı sonlarında çıkarılan bir kararname ile devreye konulan bu yapı ile,
Türkiye devleti Kürt köylülerin bir kısmını silahlandırmış ve PKK’ye karşı
savaşında onları kullanmıştır. Bir ara sayıları 90 bine kadar çıkan korucular
halen ciddi büyüklükte silahlı bir güçtür. Sayıları şuan 63 bin civarındadır.
Kürdü Kürde düşman eden ve Kürt halkını devlet yanlısı ve devlet karşıtı olarak
bölen bu sistem Kürt toplumuna çok büyük zararlar vermiştir. Türkiye hükümeti
bu sistemi tasfiye edeceğini söylemesine rağmen, sistemi tasfiye etmemiş, Eylül
2015’te 5000 yeni korucu kadrosu açacağını bildirmiştir.
[5] 1990’lı
yıllarda Türkiye devleti PKK ile yaptığı savaş çerçevesinde, PKK’ye destek
verdikleri ve lojistiğini sağladıkları gerekçesi ile, bir anlamda Bölgeyi
insansızlaştırmak için binlerce Kürt köyünü zorla boşalttı. Koruculuğu kabul
etmeyen Kürt köyleri de boşaltıldılar. İnsan hakları kuruluşlarına göre zorla
boşaltılan köy sayısı 3000 civarındadır, zorunlu göçe uğrayan Kürt köylülerin
sayısı ise Türkiye devleti verilerine göre 1.200.000, insan hakları
kuruluşlarına göre 3-4 milyon arasındadır. Boşaltma sırasında köylerin bir
kısmı yakılmıştır.
[6] Türkiye
devleti ile “PKK ile savaşıyorum” gerekçesini göstererek, 16 Ağustos 2015’ten
itibaren Kürt illerinin bir kısmında hukuksuzca sokağa çıkma yasakları ilan
etti. Sivillerin yaşadığı kentlerde tank,top, helikopterlerle askeri
operasyonlar yapılıyor. 16 Ağustos 2015’te başlayan yasaklar, bu yazıyı
yazdığım gün halen devam ediyordu (18.01.2016).
Bu süre zarfında 7 kente bağlı 19 ilçede 59 kez soka
çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkma yasakları sırasında İnsan Hakları
Derneği’nin raporuna göre, 10 Ocak 2016 itibari ile 170 sivil öldürüldü, asker,
polis,YDGH’lı ve PKK’lileri de ekleyince öldürülenlerin sayısı 700’ü aşıyor. 18
Ocak 2016 itibarı ile, bu yazıya son notumu düştüğüm gün, Diyarbakır Suriçi’nde
sokağa çıkma yasağı 47. , Cizre ve Silopi’de 36. Gününde idi. Diyarbakır, Amed,
Amida, Dikranagerd, memleketim 47 gündür dünyanın gözü önünde yanıyor…
[7] Başbakan
Davutoğlu 13 Aralık 2015’te, sokağa çıkma yasaklarından bahsederken, Türk
güvenlik güçlerinin Kürt il ve ilçelerinde yaptığı operasyonlara dikkat çekerek
“ev ev temizleyeceğiz” sözünü kullandı. Toplumun birçok kesimi, Kürt siyasal
hareketinin temsilcileri bu sözü “o evlerde halk var” diyerek kınadılar. Bkz: http://www.evrensel.net/haber/267668/ferhat-encuden-ev-ev-temizleyecegiz-diyen-basbakana-o-evlerde-halk-var
[8]
Ermenice: Sizi unutmadık!
Not: Bu yazı ilk olarak Journal of Levantine Studies dergisinin "Ermeni Soykırımı ve Dünya" sayısında İngilizce yayınlanmıştır." Daha sonra Express Dergisinin yaz 2016,144. sayısında yayınlanmıştır
No comments:
Post a Comment