“Kendimize dedik ki, 30 yıl sonra da aynı şeyle uğraşabiliriz, ya da tavizlerde bulunabiliriz...”
Bu sözler Kuzey İrlanda barış sürecinde oldukça önemli bir rol oynayan Kadın Koalisyonunun kurucularından Avila Kilmurray’a ait.
Son yıllarda Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün düzenlediği çalışma gezileri ile birkaç kez gittiğim İrlanda’da beni en etkileyen oluşumlardan birisi Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu oldu. Kadın Koalisyonu müthiş çatışmalı bir ortamda, erkeklerin domine ettiği bir ortamda bir sivil toplum örgütü şeklinde kurularak, Protestan ve Katolik her 2 toplumdan kadınları bünyesinde topluyor. Çatışmanın en yoğun yaşandığı dönemlerde siyasetler üstü bir birliktelik sağlıyor, kadın duyarlılığı üzerinden 2 toplumun fertlerini bir araya getirmeyi başarıyor. Kadın Koalisyonu daha sonra barış sürecinde rol alıyor ve parlamentoya giriyor.
Koalisyonun kurucularından Avila Kilmurray ilk bir araya geliş süreçlerini şöyle anlatıyor:
"1994’te her iki toplumdan kadınlara bir soru yönelttik. Bir araya gelip konuşalım mı dedik. 30 yıldır aynı adamlar bizim adımıza müzakere ediyorlar dedik. En azından bir arada olmayı deneyelim dedik. Böylece bölünmenin iki yanındaki kadınlar biraya geldik.”
Katolik ve Protestan toplumundan kadınlar bir araya geldikten sonra bir dizi toplantı yaparlar. Daha çok büyük partiler tarafından masaya getirilmeyen ancak günlük yaşam içerisinde çok önemli olan meselelere bakarlar. Kadına yönelik şiddet, bölünmüş eğitim, yoksulluk, tutsakların eşlerinin hayat mücadelesi, tek başına çocuk yetiştirmenin zorlukları gibi. Bir arada kalabilmek için 3 prensip belirlerler. Bunlar: Eşitlik, kapsayıcılık, insan hakları/kadın haklarına saygı.
“Bu prensipler aslında bizi özgürleştirdi, çok çelişkili konulara değinmemizi engelledi. Mesela çıplak arama vardı hapishanelerde, buna temel itiraz cumhuriyetçilerden de geliyordu, ortaklaştığımız konuları ele aldık. Sorunlara bu ilkeler ışığında baktığımızda, kadın hakkı ve insan hakkı meselesine sabitlediğimizde herkes hemfikir oluyordu. Kapsayıcılık önemliydi, eğer herkesle konuşmazsak konuşmadığımız insanlar gelip süreci tıkayacaklardı.”
Uzun yıllardır savaş içinde yaşayan ve aralarında ciddi çatışmalar olan bu 2 toplumun kadınları olarak bir arada çalışmayı nasıl becerebildiklerini sorduğumuzda, Avila, en önemli noktalardan birinin şu olduğunu belirtiyor: “Ne üzerinde anlaşamayacağımıza değil, neler üzerinde anlaşabileceğimize baktık.”
Böylece kadın koalisyonu 2 toplumdan kadınların anlaşabildiği ortak noktalar üzerinden ilerlemeye başlar. Politik aidiyeti olmayan birçok kadın, akademisyen, doktor, ev kadını, öğretmen gibi birçok farklı kesimden kadın bir araya gelir. Ama bu kadar erkek egemen bir toplum ve siyasetin içinde ilerlemek kolay olmayacaktır. Erkekler tarafından çeşitli yönetmelerle engellenmeye çalışılacaklardır. 3 yıl önce, ilk tanıştığımız dönemlerde Avila bu zorlukları şöyle dile getirmişti:
“Eğer değişim için uğraşıyorsanız önce sizi göz ardı ederler, sonra dalga geçerler sonra mücadele ederler. Bize de bunu yaptılar ama biz kazandık ve müzakere masasında yer edindik.”
Kadın Koalisyonu 2 toplumdan 2 lider belirler. Kendilerine özellikle parti adı vermemeye dikkat ederler. Bunun nedenini şöyle anlatıyor Avila:
“Kendimize parti deseydik, insanlar bir siyasi parti daha mı diye sorgulayacaklardı. Bir de biz siyasi partilerin üyesi olan kadınlara da ulaşmak istiyorduk. İnsanlara dedik ki: Siz başka bir siyasi partinin üyesi olsanız da kadın koalisyonun üyesi olabilirsiniz. Ve bu bizi güçlendirdi.”
“Bye Bye Dinazorlar”
Kadın Koalisyonu işleri diğer siyasi partilerden farklı yapmaya başlar. Politikaya eğlence katmaya çabalarlar. Örneğin ilk afişleri “Bye bye dinazorlar” şeklinde oldukça eğlenceli bir afiştir. Uzun süredir şiddet yaşayan Kuzey İrlanda toplumu için bunlar bir ilktir. Afişler hızla dikkat çekmeye başlar.
Bu arada seçimlere sadece 8 hafta vardır ve seçmenlere ulaşabilmek için de ellerinde sadece 10 bin poundları vardır. Karşılarındaki büyük erkek egemen siyasi makine ile mücadele etmek imkânsız gibi görünmektedir. Kadın Koalisyonu bunun üzerine “mutfak masası kampanyası” dedikleri bir kampanya başlatırlar. Bir ilan verirler, 100 kadına ihtiyacımız var derler. Her iki toplumdan kadınlar gelir ve mutfak masası kampanyası ile kadından kadına oy toplamaya başlarlar. Böylece seçimlerde 2 milletvekili çıkarmayı başarırlar.
Barış görüşmelerini yürüten Amerikalı Senatör Mitchell’in de dikkatini çekerler ve müzakere masasında kadın koalisyonuna 2 kişilik yer verilir. Ancak erkek egemen müzakere masasında da kadınların işleri kolay olmayacaktır:
“Barış görüşmelerine gittiğimizde bir sürü sorunla karşılaştık, önce kendimizi yapılandırmamız gerekiyordu, arkada çalışan ekipleri kurduk. Diğer siyasi partilerin çoğu müzakere ile çok meşgul oldukları için dışarıdaki insanlara süreci anlatmayı unutmuşlardı. Biz gidip dışarı ile konuşmaya karar verdik. İnsanlara gidip anlatıyorduk, barış süreci masasına hangi sorunları getirelim diye soruyorduk, onlardan aldıklarımızı masaya getiriyorduk. Eğer bu korkulara hitap edilmezse, süreç baltalanabilir diyorduk. Taze kulaklarla girdiğimiz için sürece, bazı mesaj ve hareketleri daha iyi algılayabiliyorduk, ana akım partiler kafalarını kuma gömmüştü.”
“Sürekli bilgi akışını açık tutmak lazım, yoksa insanlar gazete manşetleri ile yönlendirilirler.”
Avila barış süreçlerinde bilgi akışını açık tutmanın önemine de değiniyor:
“Sinn Fein bilgi akışını hep açık tuttu. Çünkü kendi paramiliterlerini masaya getirmeye çalışıyordu, eğer onlar ikna olmazsa silahlı eylem yapabilirlerdi. Sürekli bilgi akışını açık tutmak lazım, yoksa insanlar gazete manşetleri ile yönlendirilirler.”
Erkeklerin burun ucuyla baktıkları Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu barış masasına tutsaklar, cezaevindeki sorunlar, dışarıda tek kalan kadınlar, geçmişle yüzleşme gibi birçok meseleyi getirebildi. Bu cesur kadınlar, siyasetler üstü bir duyarlılıkla yaralı toplumlarını biraya getirmeyi başardılar.
Biz neden başarmayalım?
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 18.05.2016
No comments:
Post a Comment