“25 yıllık öğretmen iken işsiz kaldım. 1 yıl iş bulamadım. Hiç bir kurum bana iş vermedi. Değil sigortalı sigortasız bile iş vermeye korktu insanlar. Öz amcamın yanında 1250 tane işçi çalışıyor. Beton santralleri var. Babam benim adıma iş istedi, iş vermeye korktuğu için iş vermedi. Arkadaşlarım telefonlarından beni sildiler, arayıp sormadılar. Hatta bende kayıtlı telefonlarını silmem için bana haber bile gönderdiler. Akrabalarım benimle selamı sabahı kesti. Konuşmamaya hatta twitter’den küfürler etmeye başladılar. Bir şey söylesem; gider "FETÖ’cü" derler, şikâyet ederler diye karşılık da veremedim. Allaha havale ettim hepsini...
Şimdilik kaçak göçek sağda solda öğretmenlik yapıyor, evde çorbayı kaynatmaya çalışıyorum. Bu halime de çok şükrediyorum. En azından dışarıdayım, içeride değilim...”
Bu sözler bir KHK mağduruna ait. Hak ve Adalet Platformunun Türkiye’nin 82 ilinden ve dünyanın 40 ülkesinden kişiler ile yaptığı “15 Temmuz 2016 Sonrası OHAL’de Yaşanan Toplumsal Sorunlar Ve Hak İhlallerinin Sosyal Boyutları” isimli araştırma raporunda KHK ve/veya OHAL mağdurları yaşadıkları sorunlar ve toplumsal dışlanmayı anlatıyorlar.[1] Araştırmaya, 1465 ‘OHAL/KHK mağduru’, 342 ‘mağdur yakını’ ve 366 ‘doğrudan mağduriyeti olmayan birey’ kategorilerinde toplamda 2173 kişi katılmış. 487 sayfalık oldukça kapsamlı bir araştırma. Doğrusu okurken keşke OHAL Komisyonu bu mağduriyetleri okusa diye düşünüp durdum. Ancak okumayacaklarını düşündüğüm için, buraya birkaç mağdurun daha anlatısını eklemek istiyorum:
“Bu şartlarda ülkemde yaşamak istemiyorum artık. Ülkemin duyarsız, zulme rıza gösteren halkına da öfkeli ve kırgınım. Devlet, haksız, hukuksuz keyfi sebeplerle vatandaşına zulmeden, ölümlere sebep olan bir devlet haline gelmiştir. Kendimi açık bir cezaevinde hissediyorum ki, öyle. Mesleğini en iyi şekilde yerine getirme gayreti içerisinde olan, tek bir disiplin cezası olmayan bir öğretmeni KHK ile terör örgütü mensubu ilan etmek, toplumu kin ve nefrete teşvik etmek suretiyle masum insanları yaftalamak, zan altında bırakmak bugüne kadar saygı duyduğum kavram ve değerleri yerle bir etti. Benim için her şey bitmiştir. Göreve iade edilsem de edilmesem de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
“Kendime ait küçük bir işyerim vardı ilçede. Bir sabah iki polis dükkânıma, 3 polis de evimi aramaya gidiyor. Tabi hanım engelli, ne oldu ne bitti bilmiyor. O ayrı bir zülüm. Neymiş, hakkımda ihbar var, vesaire. Müşterilerimi bilgisayara kayıt ediyordum, yani dükkân alacağı. Hard-diski aldılar. Flaş belleği aldılar. 23 gün nezarette tuttular. Mahkemeye çıktık, serbest bıraktılar. Şu anda davam yok. Ama terörist olduk ve memleketi terk ettim. Poliste cep telefonum, bilgisayar, hard-diskim flaş bellek hâlâ onlarda. 30 yıldır ticaretle uğraşırdım, bulunduğum ilçede saygın biriydim ve bizi mağdur ettiler ve her şeyimiz alt üst oldu.”
“Psikolojik tedavi gördüm, bir yıl... Kaç defa ölümü istedim Allah'tan, ancak hep beraber ailemle birlikte. Boğaziçi köprüsünden geçerken Allah'a yalvardım. "Allah'ım şimdi tam sırası. Hanım ve çocuklarım yanımda, hep birlikte ölüm ne güzel olur dedim..."
Bu mağdur gibi ölmek istediğini belirten onlarca KHK/OHAL mağduru görüyoruz. Sadece devletin değil, en yakınlarının bile onlara sırtlarını dönmüş olması yakınlarına, arkadaşlarına, komşularına, topluma karşı müthiş bir güvensizliği de beraberinde getirmiş durumda. Ekonomik sıkıntılar, psikolojik sorunlar, itibarsızlık, dışlanma, iş bulamama, sosyal çevrenin dağılması, sosyal güvencesizlik, sağlık sorunları, ailenin dağılması, çocukların korunma altına alınması… yaşadıkları sıkıntılardan sadece bir kesit. Nasıl hayata devam ettiklerini şöyle anlatıyor bir KHK mağduru:
“Eşim iddianame olmadan hâlâ tutuklu... maddi ve manevi olarak bitmiş durumdayız. Nefes almak yaşamaksa, yaşıyoruz.”
Bir başka KHK mağduru ise “artık hayat zindan” diye belirtmiş içlerinde bulundukları durumu.
Hayat zindan, ülke artık koca bir zindan. Bu zindanı gül bahçesine dönüştürmek bu saatten sonra mümkün mü gerçekten bilmiyorum. Ama hiç değilse yanımızdaki, çevremizdeki KHK/OHAL mağdurlarını dışlamayarak, bu karanlık günlerde onlarla dayanışarak ilk gül tohumlarını toprağa atabiliriz. Her birimizin atacağı bu tohumlar zamanla birleşip hayatı koca bir gül bahçesine dönüştürebilir belki. Ne güzel bir ihtimal, ne güzel bir ihtimal…
No comments:
Post a Comment