Geçen hafta İstanbul’da sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, milletvekilleri, siyasi partiler, gazeteciler, aktivistlerden oluşan bir grup kadın Operation 1325 isimli sivil toplum örgütünün organizasyonuyla bir araya gelerek, kadınlar ve barış süreçlerini konuştuk.
Birleşmiş Milletler 2000 yılında, 20 yıllık bir çabanın sonunda, 1325 Sayılı Kararı kabul etti. Bu karar kadınların barış süreçlerine daha etkin katılımını öngörüyor. Operation 1325 ise Birleşmiş Milletlerin bu kararının ülkelerde uygulamasını geliştirmek üzere kurulmuş bir örgüt. Örgütün amacı kadınların barış süreçlerine katılımını arttırmak, bu çerçevede Birleşmiş Milletlerin üyesi olan ülkelerde bu konuda karar alıcıları, sivil toplumu ve halkı etkilemek için tartışma ve diyalog platformları yaratmak.
Silahlı çatışmalardan etkilenen grupların büyük çoğunluğu kadınlar ve çocuklar. Mesele kadınlarsa, çoğu zaman buzdağının sadece görünen yüzünü biliyoruz. Kadınların savaş sırasında yaşadığı tecavüz, cinsel şiddet çoğu zaman savaş anlatılarının içinde yer almıyor. Uzun yıllar çatışmalı ortamlarda bulunmuş, yakılmış, boşaltılmış köylerde çalışmış, Ezidi kadınlarla çalışmış biri olarak biliyorum ki savaş kadın için ölümün ötesi. Çünkü sadece öldürülmekle kalmıyorsun, bazen kirvenin, bazen komşunun tecavüzüne uğruyorsun, sana tecavüz edenle bir ömür geçirmek zorunda kalıyorsun, tecavüzcünün çocuğunu doğuruyorsun. Savaş zamanlarında en kötü deneyimleri yaşıyor kadınlar. İşte tam da bu nedenle bizler, kadınlar olarak barış talep ediyoruz. Hep çocuklarımız için barış istiyoruz denir ya, elbette çocuklarımız için barış istiyoruz ama kendimiz için de barışı istiyoruz. Güvende olalım istiyoruz.
Kadınlar barış masasında neden yoklar?
Yapılan birçok araştırma kadınların barış ve müzakere süreçlerine inanılmaz katkılarda bulunduğunu gösteriyor. İrlanda barış sürecinde gözlemlediğim önemli bir nokta kadınların masaya getirdiği katkıların toplulukların birebir ihtiyaçlarına yönelik olması ve çatışmanın temellerine ilişkin olmasıydı. Bu nedenle kalıcı, sürdürülebilir bir barış için kadınların katılımı çok önemli.
Kadınların bu katkılarına rağmen, toplantıda, Prof. Ayşe Betül Çelik’in sunumundan öğreniyoruz ki, 1990-2000 arası yapılan barış anlaşmalarında, 664 anlaşmadan sadece 17’sinde kadınlara referans verilmiş ve 1992-2011 arasında yapılan barış anlaşmalarında, barış masalarındaki imzacıların yüzde 4’ü, müzakerecilerin ise yüzde 10’undan az bir kısmını kadınlar oluşturuyor. Kısacası, kadınlar barış masalarında yoklar?
Peki neden?
BM Kadın Birimi’nin (UN Women) 2012 yılında yaptığı araştırma, bunun en önemli nedeninin ataerkil düşünce olduğunu gösteriyor. Yani mesele kadınların barış ve müzakere süreçlerindeki tecrübesizliği değil, kadına yönelik önyargılar, kadınların önemli insiyatiflere dâhil edilmek istenmemesine yönelik direnç.
Kadınları saymak mı saydırmak mı?
Nitekim toplantıda, Doç. Esra Çuhadar Kapsayıcı Barış ve Geçiş Süreçleri Girişiminin (Inclusive Peace& Transition Initiative) veriye dayalı araştırmalarının bulgularını açıklıyor. “Kadınları Saymak Değil Saydırmak: Kadınların Barış Süreçlerine Dahil Edilmesinin Etkileri” isimli bu araştırma sonuçları arabulucular, müzakereciler ve siyasilerin kadınların müzakere süreçlerine dahil edilmelerine karşı nasıl direnç gösterdiklerini gözler önüne seriyor. Araştırma kadınların barış görüşmelerinde kendilerini saydırabilmelerinin sayıca katılımlarından daha önemli olduğuna da vurgu yapıyor. Yani, sürdürülebilir bir barış için kadınların katılımının niteliği, kaç kadının sürece katıldığından çok daha önemli. Kısacası mesele kadınların barış süreçlerine anlamlı katılımı!
Türkiye?
Türkiye’de de durum parlak değil. 63 Akil İnsandan 12’si kadındı. Bu kadınların çoğunun da masaya kadının sesini getirme konusunda bir çabaları olmadı. Yine de Türkiye güçlü kadın örgütlerine sahip olduğu için bu konuda şanslı. Barış İçin Kadın Girişimi, Kadın Özgürlük Meclisi, KJA (Kapatıldıktan sonra kurulan TJA), KADER… gibi bu konuya yıllardır kafa yoran, mücadele eden birçok kadın örgütlenmesi var. Türkiye’de kadın hareketi barış için önemli bir mücadele verdi. Belki tam da şimdi güçleri birleştirip “çatışmasızlık” için toplumu örgütlemek gerekiyor. Çünkü silahlar olduğu müddetçe diğer sesler duyulmuyor. Mevcut savaş ortamı kadınların, çocukların, tüm diğer ezilen grupların yaşadığı şiddeti görünmez kılıyor.
Birçok ülkede kadınlar, siyasetler üstü bir duyarlılıkla yaralı toplumlarını bir araya getirmede başarı sağladılar. Biz de başarabiliriz!
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 03.07.2017
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 03.07.2017
No comments:
Post a Comment