Wednesday, August 30, 2017

Seyfo devam ediyor

Seyfo devam ediyor


Ermeniler gibi onlar da yürüyorlardı. Mezopotamya’nın kadim evlatları nereye gidecekleri söylenmeksizin yola koyulmuşlardı. 15 Haziran 1915’te başlayan bu yürüyüş, kimse kalmayıncaya dek sürecekti…
Kalan erkeklerin bir kısmı Kürdistan’ın kuytu köşelerinde kurşunlarla katledilecek, kadınlar tecavüze uğrayacak ve satılacaktı. Çocuklar, din değiştirecek, iyi birer “Müslüman Türk” olmak üzere yetimhanelere verilecekti. Süryanilerin Seyfo (Kılıç/ Kılıçtan Geçirme) adını verdikleri 1915 olaylarında 500 bine yakın Süryani böyle katledildi.
Yüzlerce Süryani köyü yakıldı, yıkıldı. Süryanilerin yurduna ıssızlık çöktü.

Gizli toplantı falan yok, ajan yok; komplo var, iftira var

Çeşitli insan hakları kuruluşlarından temsilciler 5 Temmuz günü Büyükada’da bir atölye çalışması sırasında gözaltına alındılar. Atölye çalışmasının konusu insan hakları savunucularının çalışma, iletişim ve bilişim güvenliği alanında kapasitelerinin arttırılmasıydı. Çalışmanın içeriğini Türkiye’de hak savunuculuğu alanında çalışan birçok insan biliyor,   çünkü toplantıya hak savunucusu ve insan hakları alanında çalışan farklı kişi ve kurumlar da davet edilmişti.
Elbette bu atölye çalışmasının içeriğini bu operasyonu yapan güvenlik güçleri de biliyor. Yandaş basında yazılıp çizilen iftira ve karalamaların doğru olmadığını gayet net biliyorlar. Gizli toplantı falan olmadığını, ajan olmadığını, ortada bir komplo ve iftira olduğunu biliyorlar.

Kayyım-kıyım-yıkım

Kayyım-kıyım-yıkım


Her gün kayyımların yaptığı yeni bir vukuat medyaya yansıyor. Geçen hafta Mülkiye’den sevgili hocam Baskın Oran bu vukuatların ufak bir kısmını sıralamıştı.[1]Baskın Hoca’nın sıralamasına birkaç tane de ben ekleyeyim:
Kayyımlar hemen hemen her ilde Kürt belediyeler tarafından kurulmuş kadın politikaları müdürlükleri ve kadın merkezlerini kapattılar. Van’da Alo Şiddet Hattı bile kapatıldı. “Kadından otobüs şoförü olmaz” denilerek kadın otobüs şoförlerinin işlerine son verildi. Bu konuda daha önce detaylı olarak “Kayyım Kadından Ne İster” diye yazmıştım.[2] Belli ki kayyımlar Kürt belediyelerinin geliştirdiği kadın-erkek eşitlikçi yaklaşıma karşılar. Yine bölgede ismi değiştirilen parklar, sokaklar, kapatılan tiyatrolar, kültür merkezleri kayyım deyince ilk aklıma gelenler.

Kadınların barış sürecine dâhil edilmesi: Kadınları saymak değil saydırmak!

Geçen hafta İstanbul’da sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, milletvekilleri, siyasi partiler, gazeteciler, aktivistlerden oluşan bir grup kadın Operation 1325 isimli sivil toplum örgütünün organizasyonuyla bir araya gelerek, kadınlar ve barış süreçlerini konuştuk.
Birleşmiş Milletler 2000 yılında, 20 yıllık bir çabanın sonunda, 1325 Sayılı Kararı kabul etti. Bu karar kadınların barış süreçlerine daha etkin katılımını öngörüyor. Operation 1325 ise  Birleşmiş Milletlerin bu kararının ülkelerde uygulamasını geliştirmek üzere kurulmuş bir örgüt. Örgütün amacı kadınların barış süreçlerine katılımını arttırmak, bu çerçevede Birleşmiş Milletlerin üyesi olan ülkelerde bu konuda karar alıcıları, sivil toplumu ve halkı etkilemek için tartışma ve diyalog platformları yaratmak.

Friday, August 25, 2017

Zırhlı araçlar neden hep Kürtlere çarpar?

Zırhlı araçlar neden hep Kürtlere çarpar?

Sadece son 1 hafta içerisinde Lice’de zırhlı aracın çapması sonucu 8 kişi öldü.  Bir ay önce de zırhlı araç, evin içine kadar girerek, uyudukları yatakta “çarpmıştı” Furkan ve Muhammed”e. Temmuz 2016’dan yana bölgede zırhlı araçların çarpması sonucu 25 kişi yaşamını yitirmiş durumda. Bu 25 kişinin içinde 4 yaşındaki çocuktan, 85 yaşındaki Pakize Nene’ye kadar birçok insan var.
Önceki akşam yönetmenliğini Kazım Öz’ün yaptığı, 1930 Dersim katliamının anlatıldığı Zer filmini izledim. Film tek kelimeyle muhteşemdi. Filmin içinde birkaç sahnede yoldan ardı ardına geçen zırhlı araçlar görünüyor. Nitekim filmin sonunda yönetmen ve oyuncularla yapılan söyleşide bir seyirci “Bu sahnelerin nasıl çekildiğini, zırhlı araçların nereden bulunduğunu, kiralanıp kiralanmadığını” sordu.  Yönetmen Kazım Öz bu sahnelerin kurgu olmadığını, filmi çekerken zırhlı araçların yollardan geçtiğini söyledi.  Kısacası bu anlamda Bölgede kurguya gerek yok, ya da bir film için gidip zırhlı araç kiralamanıza… Yollarımız tank, TOMA, kirpi, akrep… Her türlü zırhlı araçla dolu zaten.

Gültan Kışanak: Tutsak edilen ben değilim, yerel demokrasidir

2 hafta önce Belediye Başkanlarımız Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın neden cezaevinde olduklarına dair bir yazı yazmıştım (Gültan Kışanak ve Fırat Anlı neden 225 gündür cezaevindeler, biliyor muyuz?)[1] Her 2 dava da hukuk faciası örnekleri. Yarın Gültan Kışanak’ın duruşması Malatya’da görülecek. Gültan Hanımın yarın yanında olamıyorum, ancak savunmasını sizlere ulaştırmak, cezaevindeki Belediye Başkanımızın sesini sizlere duyurmak istiyorum. Bu nedenle 18 sayfalık savunmasından bazı bölümleri sizlerle paylaşıyorum.
Sözü Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Gültan Kışanak’a bırakıyorum:

“Devlet gölge etmesin, başka bir şey istemiyoruz”

Tıklım tıklım haldeki Suriçi’nin Gazi Caddesi’nde ilerlerken, bir yandan da Kürtlerin hayatı ne kadar hızlı toparladığını düşünüyorum. Hep yıksalar da Kürtler bıkıp usanmadan yaşamı her seferinde yeniden kuruyorlar. Uzun yıllar çalıştığım boşaltılmış ve yakılmış köylerde hayranlık duyduğum noktalardan biriydi bu. Ne olursa olsun toprağına dönmeye çalışmak, yıkılan evini, hatta bazen tekrar yıkılabileceğini bile bile yeniden kurmaya çalışmak, her yıl evin yeni bir odasını özenle yapmak…
Caddede ilerlerken kalabalığın içinde eli kalaşnikoflu özel timler de yürüyorlar. Kalabalıktan dolayı onlardan birine çarpıyorum hafifçe. İrkiliyorum. Ama irkilenin sadece ben olduğumu anlıyorum. Eli kalaşnikoflu adamlar buralarda artık günlük hayatın olağan bir parçası.

Hükümet taciz ve tecavüzün normal yaşamın bir parçası olduğunu mu düşünüyor?

Geçen ay Gazete Sûjin’den Şilan Özhan ve Şehriban Aslan uzun bir araştırma sonucu Batman’da onlarca çocuğun istismar edildiğini ortaya çıkardılar. Haberden Batman’da 14 yaşındaki bir çocuğun cinsel istismara uğradığını, daha sonra aylarca fuhuşa zorlandığını, mahkemenin davayla ilgili gizlilik kararı aldığını, olaya ilişkin sadece 3 kişiyi tutukladığını, ve olaya karışan onlarca insanın kefaletle serbest bırakıldığını öğreniyoruz. İddialar vahim. Onlarca çocuğu fuhuşa zorlayan bir çetenin olduğu, yüzlerce erkeğin fail olduğu ve birçok kişinin bu cinsel istismarları bilmesine rağmen sustuğu da söyleniyor.  
Gazete Sûjîn’de, bu erkeklerin bir kısmının ‘kentin tanınmış isimleri olduğu için’ kefaletle serbest bırakıldığını, kefaletle serbest bırakıldığı iddia edilenlerin ekonomik olarak güçlü ya da AKP’yle ilişkili insanlardan oluştuğu öne sürülüyor. Burada mesele cinsel istismarı yapan kişilerin ekonomik durumu, “tanınmışlığı”, ya da herhangi bir siyasi parti ile ilişkileri değil elbet. Çünkü cinsel istismar ekonomik statü, parti, eğitimli, eğitimsiz, makam, mevki tanımıyor. Toplumun her kesiminde, her meslek grubunda cinsel istismara rastlanıyor. Burada önemli olan böyle bir olayla karşılaşıldığında ilgili kurumların, meslek örgütlerinin nasıl tavır aldığıdır.

Gültan Kışanak ve Fırat Anlı neden 225 gündür cezaevindeler, biliyor muyuz?

Gültan Kışanak ve Fırat Anlı neden 225 gündür cezaevindeler, biliyor muyuz?

12 Mayıs günü Diyarbakır Adliyesi'nde mahkeme salonundayız. Hâkim sanıklardan birine dava konusuyla ilgili bir soru soruyor, karşıdaki sanık “Henüz iddianame bana verilmedi, aylardır cezaevindeyim ama neden suçlandığımı bilmiyorum” diyor. Salonda hafiften gülüşmeler oluyor. Tam anlamıyla traji-komik bir dava aylardır Diyarbakır Adliyesi'nde devam ediyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Fırat Anlı’nın da tutuklu olduğu dava bu. Dava konusu şöyle:
Diyarbakır Dicle ilçesinin Kurşunlu Köyü'nde DİSKİ su kuyusu bulur. Köye su tesisatı yapılması için DİSKİ işi ihale eder. Bu arada Kurşunlu Köyü'nün AİHM’de köy boşaltmalara ilişkin mahkûmiyet kararı verilen ilk köy olduğunu da belirtelim. 20 yıl sonra Kurşunlu ve civardaki boşaltılan diğer köylerin sakinleri geri dönmeye başlar ama köyde elektrik, su, yol gibi altyapıların yapılması gerekmektedir.

Yoksullukla direniş arasında: Alipaşa

Sıcak bir gün. Arkadaşım Yüksel Genç ile birlikte yıkımın başladığı Alipaşa’ya gidiyoruz. Alipaşa ve Lalebey mahalleri 2009 yılında kentsel dönüşüm projesi kapsamına alındı. Bu projeye dayanarak 2012 yılında Alipaşa’daki evlerde yıkım başladı. Mahallelinin tepkisi nedeniyle, Belediye projeden desteğini çekince yıkım da durduruldu.
Şimdi, 5 yıl sonra, mahallede yıkım tekrar başladı.  Alipaşa mahallesi proje çerçevesinde 2 etaba ayrılmış durumda. Şuan birinci etap, yani 2012’de yıkımın yarıda bırakıldığı alan yıkılıyor. İkinci etabın ne zaman yıkılacağını ise mahalleliler de bizler de bilmiyoruz. Bu konuda ilgili kurumlar tarafından mahalleli aydınlatılmış değil. Görüştüğümüz bir mahalle sakini şöyle söylüyor:

Wednesday, August 23, 2017

Uslu durun Kürtler, barış gelecek!


Uslu durun Kürtler, barış gelecek!

Son 2 yıldır Kürt illerinde yıkım devam ederken bir yandan da AKP’ye yakın cenahın Bölgede yaşayan Kürtlere kimi zaman fısıltıyla, giderek de yüksek sesle yaymaya çalıştığı bir algı var:
“Yakında çözüm sürecine tekrar dönülecek. Siz uslu durun. Devlet eli silahlı olanları bir temizlesin, ondan sonra buraları ihya edecek.”
Şimdi 16 Nisan’da Erdoğan’a Başkanlık rejiminin yolunun açılmasıyla bu “pompalama” iyice artmış durumda.

Bu kent kimin? Alipaşa kimin? Sur kimin?

Bu kent kimin? Alipaşa kimin? Sur kimin?

Çocukluğum Diyarbakır’ın varoş semtlerinden birinde, Şehitlik mahallesinde geçti. Annemler uzun yıllar oturdukları Alipaşa’dan 70’lerin başında ayrılıp Şehitlik’e taşınmışlar. Yaşadığım mahalle ile Alipaşa arasından tarihi Surlar geçerdi. Annemin yakınları, komşuları, arkadaşları Alipaşa’da kaldığı için, annemle onları ziyaret etmek için sık sık Urfa Kapı’dan geçip Alipaşa’ya giderdik.

Alipaşa’ya gitmek bana büyülü bir şey gibi gelirdi. Çünkü Alipaşa’daki yaşam, Sur dışındaki yaşamdan farklıydı. Bazalt taşından yapılmış dar küçeleri benim için doğal oyun alanıydı. En güzel saklambaçlar Alipaşa’da oynanır, beştaş oynamak için en güzel taşlar Alipaşa’da bulunurdu. Herkes birbirini tanırdı. Dayanışma, komşuluk ilişkileri çok güçlüydü. Ekmekler beraber yapılır, yemek komşularla yenir, düğünler mahalle aralarında davul zurnayla gerçekleşirdi. Kadınlar sabahları ilk iş avluları ve kapı önlerini yıkar, kilimler serilir, kahvaltılar birlikte bu kilimlerin üzerinde yapılırdı. Kimiz zaman biz de annemle yetişirdik bu kahvaltılara.

Nedim Türfent: “Tam bir tecrit içindeyim”

Pazartesi günü gazeteci Nedim Türfent’ten bir mektup aldım. Mektup 8 Mayıs’ta yazılmış.
Nedim Türfent, sokağa çıkma yasaklarının yoğun yaşandığı dönemlerde Hakkâri’den yerelden, özellikle insan hakları ihlallerine ilişkin haberleri geçiyor ve sık sık güvenlik güçleri tarafından tehdit edildiğini sosyal medya hesabında yazıyordu. 12 Mayıs 2016’da gözaltına alındı, 13 Mayıs 2016’da tutuklandı. Önce Hakkâri Cezaevi'ne konuldu, 26 Mayıs’ta Hakkâri’den Van M Tipi Cezaevi'ne, 22 Kasım 2016’da Van M’den Van Yüksek Güvenlikli Cezaevi'ne, 23 Ocak 2017’de Yüksek Güvenlik’ten Van T Tipi Cezaevi'ne, 26 Nisan 2017’de Van T Tipi'nden tekrar Yüksek Güvenliğe konulmuş durumda. Bu detayı yazmamın nedeni şu; son zamanlarda yoğun olarak yapılan yer değiştirmeler mahkûmlar ve aileleri açısından bir eziyete dönüşmüş durumda. Her yer değişiminde tekrar sil baştan tüm ihtiyaçlar alınıyor ve yeni bir yere alışma süreci tekrardan başlıyor. 26 Nisan’da getirildiği Van Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde Nedim bir hücreye konulmuş. Hücredeki durumu mektubundan aktarayım:

Tuesday, August 15, 2017

Lale devrinin sonu

Lale devrinin sonu

Nisan ortalarında gazeteler büyük harflerle geçmişti bu önemli haberi: “DİYARBAKIR’DA LALE DEVRİ BAŞLADI.”
Şehrin dört bir yanına yüz binlerce lale dikilmiş, özellikle her iki tarafında Kolordu, Jandarma ve MİT Bölge Başkanlığı binaları bulunan Elazığ yolu sarı, pembe lalelerle donatılmıştı.
Ancak gel gör ki, bir müddet sonra bu görüntüye bakan devlet erkânını sarı laleler rahatsız etmeye başladı. Sarı lale, kırmızımsı gibi duran pembe lale ve yeşil çimlerle birleşince Kürt renkleri gibi anlaşılabilirdi. Çözüm bulundu. Bir gecede sarı lalelerin kafaları koparılıverdi. Ertesi gün, her gün işe gitmek için aynı yolu kullanan bendeniz dahil olmak üzere Diyarbakırlılar  büyük bir şaşkınlık içindeydik. Sarı laleler bir gecede yok olmuştu. Sosyal medya aracılığı ile sarı lalelerin başlarının koparıldığı duyulunca, kayyum tarafından yönetilen belediyeden açıklama gecikmedi. Açıklama şöyleydi:

Olay yerini boşaltın, bir şey yok; sadece 2 Kürt çocuk uyurken ezilmiş!

Olay yerini boşaltın, bir şey yok; sadece 2 Kürt çocuk uyurken ezilmiş!


Geçen hafta röportaj yaptığım bir öğretmen annesinin ölümünü anlatırken şöyle demişti:
“Annemi Sur’da operasyonların bittiği Mart ayında kaybettik. Şehirde cenaze aracı bulmakta zorlandık, çünkü o kadar çok cenaze vardı ki. Hastaneye gittik, annemin cenazesi orada duruyordu. Hemen yanında da başka bir cenaze vardı. Olaylar sırasında ölen 2 çocuk babası bir adamın cenazesi olduğunu öğrendik. Hala kefeninden kan damlıyordu. Biz gözümüzün yaşını sildik, annemiz için ağlamaya utandık. Çünkü annem normal ölmüştü. Annemiz için ağlamaya hakkımız olmadığını düşündük, utandık annemiz için ağlamaya, çünkü utanacak o kadar çok şey oluyordu ki… Kimse kaderiyle ölmüyordu. Kaderinle ölmek buralarda lüks.”
Uzun süredir Kürtler için kaderinle ölmek bir lüks haline geldi. Sadece bu öğretmen değil, şehirde hangi arkadaşımın anne babasının ya da yaşlı birinin taziyesine gitsem insanların dilinde hep aynı şey var: “Buna da şükür. Yaşadılar, kaderleriyle gittiler.”
Silopi’de bir panzerin evlerine girmesi sonucu uykudayken ölen Muhammed ve Furkan’ın resimlerine bakınca aynı şeyi hissettim. Utanılacak ne çok şey var, utanılacak ne çok ölüm var bu ülkede!

Alipaşa ve Lalebey yıkılıyor: “Sanki biri ölmüş gibi”

Alipaşa Diyarbakır’ın üzerine şarkılar, türküler, şiirler yazılmış en eski mahallerinden biri.  2010 yılında Büyükşehir Belediyesi, Sur Belediyesi ve Bakanlık arasında yapılan protokol ile Suriçi’nin bu tarihi bölgesi kentsel dönüşüm kapsamına alındı.  Sonradan Alipaşalıların boşaltmaya karşı direnişi ile geri adım atıldı ve kentsel dönüşüm projesi durduruldu. O dönem mahalledeki yapıların bir kısmı boşaltıldı ve yıkıma terk edildi. Bu boşaltılan yapılar kimi zaman mahalle için de tehlike arz etti.
Sokağa çıkma yasakları sırasında Sur’un bir kısmının yıkılmasıyla birlikte, 21 Mart 2016’da Suriçi’nin yüzde 82’si çıkarılan bir Bakanlar Kurulu kararı ile kamulaştırıldı. Bu karara karşı Danıştay’a başvurulmasına rağmen kamulaştırma itirazları kabul edilmedi.