Wednesday, July 6, 2016

Ermeniler’in ahıyla yaşamak!

Ermeniler’in ahıyla yaşamak!

Nenem Ayşe Teyfur 2014 yılının Ekim ayında 104 yaşındayken aramızdan göçtü. Bir asırdan uzun ömründe nenemle iletişimim çok sınırlıydı. Çünkü nenem Türkçe, ben de Kürtçe bilmiyordum.
Nenemle şarkılar aracılığıyla konuşurduk.  İkimizde şarkıları seviyorduk. Kürtçe bilmeyen binlerce Kürt çocuk gibi ben de Kürtçe şarkıları anlamasam da ezbere biliyordum. Muhtemelen hepsi zulümden, ölümden, savaştan bahsettikleri içindi. Nenem bana sürekli şarkı söyler, ben de şarkılar aracılığıyla aslında nenemi dinlerdim.
Nenemin söylediği şarkılar daha çok hüzünlü ağıtlardı. Nenemin yüzyıllık tanıklığı bu ağıtlarda sanki ses bulurdu.

İplik her zaman iğneyi takip eder…

Nenemin ağıtlarının bir kısmının Ermeni komşuları için olduğunu ise çok geç öğrenecektim:

Köyde sessiz bir gündü yine. Ben ve nenem iletişim kuramadığımız için, köy evindeki divanda sessizce oturuyorduk. Köyün en tepesindeki evimizden tüm köy görünürdü. Ağaçlar, bahçeler, üzüm bağları, dağlar ve kayalıkların üzerine kurulu Şeyh Selamet Köyü, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra değiştirilen, Türkçeleştirilen ismiyle “Dede Köy”. Sessizliği nenemin sesi bozdu. Nenem bir ağıt okuyordu yine, okurken ağıtı bir yandan da sanki yüzyıl öncesini görüyordu. Elleriyle bana gözlerini işaret etti, bana bir şey anlatmaya çalışır gibiydi.
Daha sonra odaya giren annemden nenemin ağıtının bir Ermeni genci için olduğunu öğrendim. Oysa o zamana kadar kimse bana bizim köyün Ermenilerin de yurdu olduğunu söylememişti.
Meğer bizim köyümüz, Diyarbakır’ın Dicle ilçesine bağlı Şeyh Selamet Köyü, yüzyıl önce Ermenilerle Kürtlerin beraber yaşadığı bir köymüş. Ermeni soykırımı sırasında askerler köye gelmişler. Ermenileri toparlayıp ölüme götürmüşler. Nenem her şeyi dün olmuş gibi net hatırlıyordu:
“Askerler komşularımızı tek tek götürüyordu. Ben çok küçüktüm, amcamın yanındaydım. Komşumuz amcama dedi ki ‘niye izin veriyorsunuz bizi götürmelerine?’ Amcam da dedi ki ‘onlar hükmettir, biz ne yapabiliriz?’Komşumuz da dedi ki:Kürtlerle Ermeniler iğne ile iplik gibidir. İplik her zaman iğneyi takip eder.’ ”
Nenem bunu anlatırken hafif titriyor. Sonra ağıt yaktığı Ermeni gencini anlatıyor:  “Genç bir Ermeni çocuk vardı. Biz bütün çocuklar O’na hayrandık. Çok güzel kara gözleri vardı, sürmeli gibiydi. Bir gün O’nu aldılar, götürdüler. Biz de arkasından takip ettik. Şu tepeye çıkardılar. Oradan attılar aşağıya. Toplayıp tepeden atıyorlardı Ermenileri, kürekle çekiçle vura vura…”
Yüzyıl geçmişti, ama belli ki nenem hala o gencin gözlerini görüyordu…

Ermenilerin ahı kaldı…

Uzun yıllar çalıştığım[1] Tatvan’a bağlı Kavar havzası köylerinde de neneminkine benzer hikâyeleri duyacaktım. Kavar havzasındaki köy ve mezraların çoğu bir zamanlar Ermenilerin de yurduydu.[2] Kavarlılarla ne zaman geçmişle ilgili konuşsam, konu muhakkak Ermenilere gelir ve Kavarlılar Ermenilerin nasıl vahşice katledildiğini anlatırlardı. 90’lardan itibaren Kürt gerillaların yurdu olan Kavar’ın dağlarında, yüzyılın başında da Ermeniler canice katledilmişlerdi.  90’larda Kavar köyleri boşaltılan ve yakılan binlerce Kürt köyünün kaderini paylaştı.[3] 1990’ların başında korucu olmaya zorlanan Kavar köylerinin bir kısmı koruculuğu kabul etti[4], kabul etmeyen köyler devlet tarafından boşaltıldı ve biri de yakıldı.[5] Yurtlarını terk etmek zorunda kalan Kavarlılar büyük şehirlere savrulduktan  15-20 yıl sonra, 2005’lerden itibaren tekrar Kavar’a dönmeye başladılar.

Kavarlılar, Ermenilere yapılan soykırımı kabul edip, bu soykırıma dedelerinin katılmış olmasından dolayı büyük bir utanç duyuyorlardı. Kürt olmaktan kaynaklı bu ülkede yaşadıkları zulmü, anadillerinin yasaklanmasını, köylerinin yakılmasını, zorla göç ettirilmelerini… tüm bunları biraz da Ermenilere yapılan soykırımda, zulümde dedelerinin yer almış olmasına bağlıyorlardı. Yaşananlara ilişkin konuşurken  sık sık “Ermenilerin ahı kalmış” diyorlardı.

Görüştüğüm yaşlı bir Kavarlı bana bunu şöyle anlatacaktı:
“Ermenilerden kalan bütün isimler değişmiş, hatta Ermenilerden hiçbir şey kalmamış, sadece Ermenilerin ahı kalmış… O nedenle Ermenilerden kalan yerlerde yaşayanların iki yakası bir araya gelmez kızım. Kim zulüm yaparsa, sonra o da zulüm görür”.

Kürdistan’da Ermeni soykırımına bakış

Türkiye Kürdistan’ında son 30 yılda devlet ve PKK arasında yaşanan savaş, ve Kürtlerin Türkiye’de yaşadıkları zulüm, sadece Kavar değil, Kürdistan genelinde Ermenilere ilişkin sorgulamaların kapısını aralamıştı. Kürt hareketinin “halkların kardeşliği” söylemi ve Kürtlerin son 20 yılda yaşadığı değişim ve dönüşümün de etkisiyle Kürtler Ermeni soykırımı konusunda ciddi sorgulamalar yapmaya başlamış, bir soykırım yaşandığını kabul etmişlerdi. Yapılan bu soykırımda yer aldıkları için utanç içinde olduklarını birçok Kürt açıklıkla dile getirmiş ve Ermenilerden defalarca af dilemişlerdi. Bırakın okumuşunu, şehirlisini, bugün hangi Kürt köyüne giderseniz gidin, Ermenilere yapılan vahşeti ve bu yaşananlardan dolayı üzüntüsünü anlatır. Kavar köylerinde de köylülerin çoğunluğu Ermenilere yapılan soykırımda atalarının da yer almasından öyle utanıyorlardı ki, Ermenilerden ne zaman konu açılsa “onlar o kadar güzelmişler ki, herkes hayran kalırmış…”, “onlar o kadar iyilermiş ki bütün yetimleri doyururlarmış”, “onlar o kadar yetenekliymiş ki en zor taşları bile incecik işlerlermiş”, “buralarda güzel ne varsa Ermenilerden kalmış…” gibi Ermenilerle ilgili olumlu her şeyi öne çıkararak, bire bin vurgu yaparak anlatıyorlardı.
2000’lerin başından itibaren Kürt Bölgelerindeki belediyelerin çoğunu alan Kürt siyasal hareketinin yaptığı öncelikli işlerden biri de Ermenilerden kalan yapıların onarılması ve restorasyonu oldu. Bu restorasyonlardan en çok bilineni, dünyadaki tüm Ermeniler için çok kıymetli olan, Diyarbakır Suriçi’ndeki Surp Giragos Ermeni Kilisesinin restorasyonu oldu. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde başlatılan bu restorasyon Diyarbakır’dan dünyanın birçok yerine dağılmış yüzlerce Ermeninin desteği ile gerçekleşti ve 2011 yılında tekrar ibadete açılışı da görkemli oldu. Anadolu topraklarında tekrar ayağa kaldırılan bu heybetli yapı ile sadece Ermeniler kiliseleri ile tekrar buluşmuyor, kilise, Diyarbakır halkını da bir hafıza mekânı olarak Ermeni geçmişi ile tekrar yüzleştiriyordu. Surp Giragos Ermeni Kilisesi birkaç yıl içerisinde Diyarbakırlıların sık sık uğradığı, Ermeni geçmişlerini sorguladığı bir mekana dönüştü.

2015 Aralık, Amed, Amida, Diyarbakır, Dikranagerd… yanıyor!

Şuan ben sizlere bu satırları yazarken (2015 Aralık ayı) şehrimin bir kısmında, kalbinde, merkezinde, Suriçi’nde sokağa çıkma yasağı var.[6] Tepemde helikopterler dönüyor, dışarıdan bomba ve silah sesleri geliyor. 2 Aralık 2015  tarihinde Diyarbakır’ın merkezi Suriçinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı, 17 saatlik bir aranın dışında kesintisiz 23 gündür devam ediyor.  100 bin nüfuslu bir ilçe olan Sur ilçesi sadece Kürtlerin değil Ermenilerin, Keldanilerin, Süryanilerin de yurdu… Tanklar ve topların dışında helikopterlerle devlet Suriçi’ni bombalıyor. İnsanlarımız katlediliyor, 30’dan fazla kavime ev sahipliği yapmış 5000 yıllık Diyarbakır, Amed, Amida, Dikranagerd… yanıyor. 500 yıllık Kurşunlu cami güvenlik güçlerinin top atışlarıyla yanıyor. Yüzyıl sonra, dünyanın dört bir yanından Ermenilerin desteği ile restorasyonu yapılan Surp Giragos Ermeni Kilisesinin camları kırılmış durumda, kilisenin içindeki tahribata ilişkin bir bilgi alamıyoruz. Çünkü Suriçi’ne giriş çıkış yasak. Surp Giragos’taki Ermenilerin ruhu, Dikranagerd’in dar sokakları can çekişiyor.

Ermeni piçi olmak!

Akşamları Suriçinde turlayan devletin zırhlı araçlarından Kürtlere, “hepiniz Ermenisiniz, Ermeni piçisiniz” anonsları yapılıyor. Soykırımdan tamı tamına 100 yıl sonra, Türkiye devletinin dilinde Ermeniler hala “piç”in ötesine geçemiyor. Kürtler ve Ermeniler devlet nezdindeki “piç”likte yine kardeş oluyor. Ermenilere yönelik nefret dili, Kürtlere yönelik nefretle buluşuyor.
Kendince Kürtlere hakaret ettiğini sanan bu zavallı polisler bunca yıldır katlettikleri Kürtleri hala tanımıyor. Kürtlerin Ermenilere yapılan soykırımın bir parçası olduğu için ne kadar utandığını bilmiyor. Kürtlerin sadece kendileri için değil, Mezopotamya’da yaşayan tüm halklar için eşit özgür bir yaşam istediğinin farkında bile değil!
Evet, hepimiz Ermeniyiz! Ve Ermeni olmaktan ancak gurur duyarız. 100 yıl önce katliamlarında yer aldığımız Ermeni kardeşlerimizden özür diliyoruz, keşke bizi affedebilseler. 
Peki, biz Ermeniyiz de, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayanlara zulüm yapan, yaptığı zulümlerden dolayı korkudan yüzünü gözüne kadar kapatıp halkın içine çıkamayan, kafasını bile uzatmaya korktuğu TOMA’dan insanlara gaz sıkan, yaptığı yığınakların arkasına saklanarak halkı kurşunlayan, 75 yaşındaki adamı elindeki ekmeklerle katleden, doğmamış Kürt ve Ermeni bebeleri anne karnında katleden, evlere bombalar atan, yakıp yıkan, uykudaki insanları öldüren, küçücük çocukların cesetlerinin gömülmeden bozulmasına neden olan, tankla topla Kürtlerin, Ermenilerin ve başka halkların yurdu olan Amed’i, Dikrangerd’i, Amida’yı yıkan… sizler, siz kimsiniz?

Ermenilerden kalan ahı, yeni bir yaşama evirmek!

Ayşe Nenem, koca ceviz ağacı,  bu topraklarda 100 yıllık bir zulme tanıklık etti, ben 40 yıllık… Şimdi çocuklarım Bawer ve Aras bu topraklarda devam eden zulme tanıklık ediyorlar.
100 yıl önce Ermenilere bu topraklarda yapılan soykırımın bir benzeri, 100 yıldan fazla bir zamandır Kürtlere yapılıyor. 100 yıl önce iç düşman Ermenilerdi, bugün ise Kürtler. Yüzyıl önce Ermeniler yurtlarından sürüldüler, şimdi de Kürtler sürülmeye çalışılıyor. Başbakan Davutoğlu 2 gün önce “ev ev temizleyeceğiz” diyerek[7], 1915’in İttihat ve Terakki dilini kullanıyor.
Belki de Ermenilerin ahı bu topraklarda gerçekten kaldı! Kim bilir!
Ama ben bu ah’ın artık bitmesi, Ermenilerin bizleri bağışlaması,  ve Kürtlerin, Ermenilerin ve bu toprakların diğer kadim halklarının el ele vererek, zulme karşı birlikte direnerek, eşit ve özgür bir yaşamı bu topraklarda tekrar inşa etmesi gerektiğini düşünüyorum!
Siz gittiniz, biz eksildik!
Menk Tsez Chenk Moratsel! Anmoroug Dzaghig![8]

Nurcan Baysal
25.12.2015, Diyarbakır



[1] 2008-2013 yılları arasında Hüsnü Özyeğin Vakfı Kırsal Kalkınma Koordinatörü olarak çalıştım. Bu çerçevede Tatvan Kavar köylerinde bir kırsal kalkınma programı yürüttük.
[2] Kavar Tatvan-Van yolu arasında, 6 köy (Kolbaşı/Avetax, Bolalan/ Şamnis, Dibekli/Sülü, Düzcealan/Çorsin, Tokaçlı/Kurtıkan, Yassıca/Ünsüz) 5 mezradan oluşan bir havzadır. Havza köylerine ve havzanın hikayesine ilişkin yazarın kitabına bakınız: Nurcan Baysal, O GÜN, İletişim yayınları, 2014, İstanbul.
[3] 1990’ların ilk yarısında, devlet PKK ile yaptığı savaşta alan hakimiyeti sağlamak için 3000 Kürt köyünü zorla boşalttı. Ansızın, hazırlıksız olan bu boşaltma sırasında, bazı köyler de yakıldı. Türkiye devletine göre 1.200.000 civarında kişi, sivil toplum örgütlerine göre 3 milyon civarında kişi zorla göç ettirildi.
[4] Koruculuk, Kürt köylülerinden oluşturulan paramiliter bir örgütlenmedir. 1980 yılı sonlarında çıkarılan bir kararname ile devreye konulan bu yapı ile, Türkiye devleti Kürt köylülerin bir kısmını silahlandırmış ve PKK’ye karşı savaşında onları kullanmıştır. Bir ara sayıları 90 bine kadar çıkan korucular halen ciddi büyüklükte silahlı bir güçtür. Sayıları şuan 63 bin civarındadır. Kürdü Kürde düşman eden ve Kürt halkını devlet yanlısı ve devlet karşıtı olarak bölen bu sistem Kürt toplumuna çok büyük zararlar vermiştir. Türkiye hükümeti bu sistemi tasfiye edeceğini söylemesine rağmen, sistemi tasfiye etmemiş, Eylül 2015’te 5000 yeni korucu kadrosu açacağını bildirmiştir.
[5] 1990’lı yıllarda Türkiye devleti PKK ile yaptığı savaş çerçevesinde, PKK’ye destek verdikleri ve lojistiğini sağladıkları gerekçesi ile, bir anlamda Bölgeyi insansızlaştırmak için binlerce Kürt köyünü zorla boşalttı. Koruculuğu kabul etmeyen Kürt köyleri de boşaltıldılar. İnsan hakları kuruluşlarına göre zorla boşaltılan köy sayısı 3000 civarındadır, zorunlu göçe uğrayan Kürt köylülerin sayısı ise Türkiye devleti verilerine göre 1.200.000, insan hakları kuruluşlarına göre 3-4 milyon arasındadır. Boşaltma sırasında köylerin bir kısmı yakılmıştır.
[6] Türkiye devleti ile “PKK ile savaşıyorum” gerekçesini göstererek, 16 Ağustos 2015’ten itibaren Kürt illerinin bir kısmında hukuksuzca sokağa çıkma yasakları ilan etti. Sivillerin yaşadığı kentlerde tank,top, helikopterlerle askeri operasyonlar yapılıyor. 16 Ağustos 2015’te başlayan yasaklar, bu yazıyı yazdığım gün halen devam ediyordu (18.01.2016).
Bu süre zarfında 7 kente bağlı 19 ilçede 59 kez soka çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkma yasakları sırasında İnsan Hakları Derneği’nin raporuna göre, 10 Ocak 2016 itibari ile 170 sivil öldürüldü, asker, polis,YDGH’lı ve PKK’lileri de ekleyince öldürülenlerin sayısı 700’ü aşıyor. 18 Ocak 2016 itibarı ile, bu yazıya son notumu düştüğüm gün, Diyarbakır Suriçi’nde sokağa çıkma yasağı 47. , Cizre ve Silopi’de 36. Gününde idi. Diyarbakır, Amed, Amida, Dikranagerd, memleketim 47 gündür dünyanın gözü önünde yanıyor…
[7] Başbakan Davutoğlu 13 Aralık 2015’te, sokağa çıkma yasaklarından bahsederken, Türk güvenlik güçlerinin Kürt il ve ilçelerinde yaptığı operasyonlara dikkat çekerek “ev ev temizleyeceğiz” sözünü kullandı. Toplumun birçok kesimi, Kürt siyasal hareketinin temsilcileri bu sözü “o evlerde halk var” diyerek kınadılar. Bkz: http://www.evrensel.net/haber/267668/ferhat-encuden-ev-ev-temizleyecegiz-diyen-basbakana-o-evlerde-halk-var
[8] Ermenice: Sizi unutmadık!

Not: Bu yazı ilk olarak Journal of Levantine Studies dergisinin "Ermeni Soykırımı ve Dünya" sayısında İngilizce yayınlanmıştır."  Daha sonra Express Dergisinin yaz 2016,144. sayısında yayınlanmıştır

No comments:

Post a Comment