VAHŞETİN TEKNOLOJİSİ
Yaşantımda teknolojinin nimetlerinden oldukça faydalanan biri olarak 2014 Eylül ayına kadar teknolojiye ilişkin algılarım oldukça pozitifti. Uzun yıllar yoksullukla mücadele konusunda çeşitli köy ve mahallelerde çalıştım. Bu çalışmalarda da en büyük yardımcım teknolojiydi. Yoksul köylerde, oraların yaşamına adapte edilebilir teknoloji kullandığınızda harikalar yaratmanız mümkün. Tezekle çalışan kurutma makinası ile toplanan otların kurutularak direkt üreticiden pazara sunulması, ph’ı ölçen, sütün sıcaklığını anlayan ufak teknolojik aletlerle sütü sağlıklı depolamanız mümkün. Bugün Afrika’nın birçok köyünde bile günlük tohumlama, sulama, hastalıklarla mücadele gibi bilgilerin cep telefonundan yapılan yönlendirmelerle sağlanması o köylerin gelişiminde ve insanların yaşamında inanılmaz katkı sunabiliyor.
2014 Eylül’ünde teknolojinin başka bir yüzüyle tanıştım.
IŞİD’in saldırıları ile Türkiye’ye gelen Ezidiler için oluşturulan kamplardaki yardım faaliyetlerinde gönüllü çalışmaya başladım. Kamplardaki ilk günümde, henüz çadırlar bile yokken, minderlerin, kilimlerin üzerinde oturan, can haliyle kaçmış gelmiş insanların neredeyse hepsinin elinde cep telefonu olduğunu ve sürekli cep telefonunu kurcaladıklarını fark ettim. İlk gün tanıştığım bir Ezidi adam “Nurcan Hanım, bak bu videoya, işte bu kafası kesilen adam benim kardeşim, (karşıda bizi dinleyen çocuğu göstererek)ha bu küçük çocuk da onun kızı” diyerek bana cep telefonunu uzattı. Görüntüde bir IŞİD’li, genç bir adamın kafasını “La İlahe İllallah” diyerek kesiyordu. Bakmamaya çalıştığım bu görüntü, birazdan çocukların ellerinde dolaşmaya başlayacaktı. Video IŞİD sitelerinden birinden alınmıştı. Ve Ezidiler bu sitelere girerek sevdiklerinin akıbetini öğrenmeye çalışıyorlardı.
‘Bu kesik 3. kafa benim babam’
Kamplarda aylar geçirdikten sonra artık kanıksamıştım. Girdiğim her çadırda, insanlar bir köşede yerde oturuyor, herkesin elinde cep telefonu, IŞİD sitelerinden katliam görüntülerini izliyor ve aralarında kendi tanıdıkları var mı bulmaya çalışıyorlardı. Bir gün değil, her gün, bir çadırın içerisinde, yapacak hiçbir şey olmaksızın, 24 saat belirsiz bir gelecekle geçiyordu. Ellerinde cep telefonuyla…
Ocak ayında gittiğim Musul köylerinde ise cep telefonunun yanı sıra Ipadler de bu vahşet arayışına katılmışlardı. Manzara kamplardakine benzerdi. IŞİD saldırıları ile her şeyini kaybetmiş insanlar bir odada, yerde sadece bir kilim, herkes bir duvara sırtını dayamış, boş gözlerle bu cep telefonları ve iPadleri karıştırıyorlardı. Sabah uyanınca beraber kahvaltıya gittiğim, Şengal’in bir zamanlar en varlıklı ailelerinden biri olduğu söylenen bu aile, buz gibi soğukta, bir kilimin üzerinde bana iPadden bir görüntü gösteriyordu. Uzun bir masa, üzerinde kesilmiş kafalar dizilmiş, bir IŞİD’li önünde poz vermiş, “bak diyordu bak” genç kız,“işte bu 3. kafayı görüyor musun, o benim babam”.
“O benim babam” sözü uzunca süre çıkmadı aklımdan. O onun babasıydı ve babası internette kesik bir kafa görüntüsüydü… Teknoloji vahşeti arsızca sunuyordu!
Geçmişin kanıtı olarak teknoloji
Ezidi kadınlarla daha yoğun görüşmeler yapmaya başladığımda teknolojinin başka bir boyutunu daha fark edecektim. Diyarbakır Fidanlık kampında, Ocak ayında görüştüğüm IŞİD’in elinde 2 ay kalmış genç bir kız, bana cep telefonundan eski resimlerini “bak bu benim eski halim” diyerek gösteriyordu.
Ezidiler için artık zaman algısı farklıydı. “Eski” demek, “IŞİD öncesi”, “yeni” ise “ IŞİD sonrası” demekti. “Eski” den bir resmini gösteren genç kızın, bu “yeni” zamandaki genç kız olduğuna inanmak çok güçtü. “Eski” zamandaki bu resimde muhteşem güzel bir kadın, hayata gülümseyerek bakıyordu. “Yeni” zamandaki genç kız ise en az 20 kilo vermiş, yüzünün rengi değişmiş, gözleri ışıltısını yitirmişti.
Genç kız cep telefonundan resimler göstererek devam etti: “Bak bu benim ailem, onlar artık yoklar”. Görüşme sırasında cep telefonu sürekli elinde, “eski” resimlere bakarak bana ve hatta kendisine, geçmişte başka bir yaşamı olduğunu, güzel bir yaşamı olduğunu, bir ailesi olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Geçmiş yok edilmişti, ama o geçmişin bir tek kanıtı vardı, elindeki cep telefonu. Telefondaki resimler onun bir geçmişinin olduğunun, bir ailesi olduğunun kanıtıydı. Sanırım ruh sağlığını öyle koruyordu.
Aylardır görüştüğüm, ellerinde cep telefonu ile bana resim ya da video göstermeye çalışan Ezidiler’den bu konuda pek çok şey duyacaktım:
“Bak bu benim kızım, ne kadar güzel görüyor musun, şimdi Rakka’da IŞİD’in elinde.”
“Bak bu resimdeki gelin benim kardeşim, ne kadar güzel değil mi, evlendiği günden bu resim, o intihar etti, IŞİDli ona tecavüz etmiş, o da bıçağı kendi boynuna dayamış, kendini kesmiş, bak bu yerde kanlı yatan da o, intihar ettikten sonra IŞİDliler resmini koymuşlar sitelerine.”
“Bak görüyor musun nasıl kafasını kesiyorlar, o amcam tüm köyü kurtarmıştı hâlbuki, çok yaşlıydı, Müslüman ol diye baskı yapmışlar, kabul etmeyince tüm köyün içinde kafasını kesmişler.”
“Bak bu benim evimdi, güzel değil mi, bak ağaçlarımıza, bak benimle beraber olan bu kızı görüyor musun, kuzenim, dağda açlık ve susuzluktan 2 çocuğuyla birlikte kendini attı, IŞİD’liler peşlerinden geliyor korkusuyla, çocuklarımı satarlar diye onları da dağdan atmış.”
Öylesine karanlık bir dönemden geçiyoruz ki, insanoğlunun elinde her şey vahşileşti. Teknoloji de bu vahşete fütursuzca hizmet ediyor!
Teknoloji bir yandan yaşanan bu vahşetin normalleştirilmesine hizmet ederken, paradoksal bir şekilde, öte yandan da eski güzel günlerin unutulmamasını da sağlıyor. İnsanların bir zamanlar “gerçek” ve “normal” bir yaşam sürdüklerini ispat etme çabasının da aracı oluyor.
Teknoloji hem “geçmişin" yani yaşanmışlığın, hem de güzel anıların gerçekliğinin bir kanıtı.
Adeta belleğin teknolojik kaydı…
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 03.04.2015
No comments:
Post a Comment