SAVAŞ MAĞDURU GÖÇMENLER ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Söyleşi: Esra Aşan, Zeynep Kutluata
Feminist Yaklaşımlar,Sayı 24, Ekim 2014, İstanbul
Suriye iç savaşının yarattığı yıkım ve tahribat
Türkiye’deki yaşamın da önemli bir parçası. Çünkü savaştan kaçan yüzbinlerce
Suriyelinin yaşadığı ülkelerden biri de Türkiye. Devletin resmi kampları,
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde belediyelerin açtığı kamplar Suriyeli,
Şengalli, Kobaneli savaş mağdurlarına tesis edildi. Kamplarda kalamayan
insanlar ise Türkiye’nin pek çok iline dağılmış durumda. Savaşın neden olduğu
tahribat, psikolojik yıkım ve yoksulluk karşısında geliştirilen dayanışmanın güçlenmesi
ve sürdürülebilirliği göçmenlerin hayatlarına devam edebilmeleri için oldukça
önemli bir yerde duruyor. Araştırmacı, yazar Nurcan Baysal, göçmenler üzerindeki
savaşın etkilerini hafifletmek için mücadele eden aktivistlerden biri.
Ağırlıklı olarak Diyarbakır ve Urfa’daki belediyenin açtığı kamplarda çalışma
yürüten Nurcan Baysal ile Türkiye’deki Ezidi ve Kobanêli göçmenlerin durumu,
yaşam koşulları üzerine bir söyleşi yaptık. Bu söyleşide Nurcan Baysal, savaş
mağdurlarının yaşamlarına devam edebilmeleri için toplumsal dayanışmanın
gerekliliğinin altını çiziyor ve Türkiye’de sivil toplumun ve resmi kurumların
geliştirdiği politikaları eleştirel bir gözle değerlendiriyor.
Ağırlıklı olarak Şengal
katliamı sonrasında Türkiye’ye gelen Ezidilerin ve Kabonê kuşatmasıyla birlikte
gelen Kobanêlilerin bulunduğu kamplarda çalışmalar yürütüyorsunuz. Bunun
öncesinde, Suriye’deki savaşın çeşitli aşamalarında Türkiye’ye, ağırlıklı
olarak da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illere göçler oldu. Araplar, Kürtler,
Ermeniler, Ezidiler… Farklı dönemlerde gelen bu grupların deneyimlerinin ve
karşılaştıkları sorunların ortak yanları olduğu gibi, farklı yanları da var.
Öncelikle sizin bu deneyimlere dair
varsa genel gözlemleriniz üzerine konuşabiliriz.
Nurcan Baysal: Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Türkiye’ye
gelen göçmenlerin sayıları hakkındaki bilgiler gün gün değişiyor. Ayrıca, AFAD
gibi devlet kurumlarıyla diğer kurumların verdiği rakamlar da farklılaşabiliyor.
Ancak Ezidiler konusunda şunu söyleyebilirim: Bölgedeki kamplarda yaklaşık 30
bin civarında Ezidi vardı, ancak Bölgedeki son Kobane olayları sonrası bir
kısmı Güney Kürdistan’a geri döndüler. Şuan Bölgedeki Ezidi kamplarında 20-22
bin Ezidi kalıyor.
Suriye’deki iç savaşın başlamasıyla son 3 yıldır Türkiye’ye
gelen Arap göçmenler konusunda çok fazla bilgiye sahip değilim, bildiklerim
basından öğrendiklerimle sınırlı. Arap göçmenler için çeşitli kamplar kuruldu;
ama biliyorsunuz bu kamplar tamamen AFAD’ın kontrolünde ve kamplara giriş çıkış
yok. Dolayısıyla buralara dair
gözlem aktarmamız çok zor. Üç yıl önce
Arap göçmenler gelmeye başladığı sırada çalıştığım bir proje dolayısıyla Kilis
bölgelerine çok sık gidiyordum. O yüzden Kilis’teki hareketliliğe şahit
olmuştum. Kamplara yerleşenler var, bir
de kampta yer kalmadığı için kampa girememiş, ya da farklı sebeplerle kampta
kalmak istememiş olanlar var. Kampta
olmayan Arapların birçoğu da şehrin için de kayboldular, işçi olarak çalıştılar,
çok kötü koşullarda dilenmeye zorlandılar, birçok Arap kadın fuhuşa zorlandı.
Mesela ilk aylarda Kilise gelen bir gelen Arap savcıyı hatırlıyorum. Kilis’teki
ofisimizin hemen karşısındaki bir ahırda
kalıyordu. Yine sık sık gittiğim restoranlarda artık Arap çocukları çalışıyor. Bu geçiş çok
kısa sürede oldu. O yıllar ben Kilis'e ayda bir gidiyordum, bir iki ay içinde
şehirde Arapların her yerde çalışmaya başladığını Arap mahallelerinin oluşmaya
başladığını gözlemleyebildim.
Şengal katliamı sonrasında Duhok ve
Zaho’daki Ezidi kamplarını ziyaret ettiniz. Bu kamplardaki yaşam koşullarından
bahsedebilir misiniz?
Evet, Ağustos ayından sonra Şengal’den kaçıp gelen
Ezidiler için kurulan kampları ziyaret ettim ve yardım faaliyetlerine katıldım.
İlk olarak Zaho ve Duhok’taki kamplara gittim, Zaho ve Duhok arasında yaklaşık
yirmi bin kişilik büyük bir BM kampı var. Onun dışında herhangi bir kamp yoktu.
AFAD Başkanı, Zaho’da Türkiye Devleti’nin bir kamp kurduğunu söylüyordu ama
aylardır bu kamp kurulamadı. İŞİD katliamından kaçarak Zaho ve Duhok’a gelen
Ezidiler çok kötü koşullarda yaşıyorlar. Çoğunluğu bitmemiş inşaatlarda
kalıyor. Biliyorsunuz o bölgeye çok lüks binalar yapılıyor ve Ezidi mülteciler de o lüks
binaların henüz tamamlanmamış inşaatlarında kalıyorlar. Kürdistan Bölgesel
Yönetimi o inşaatları günlük olarak gezerek Ezidilere gıda –çoğunlukla kuru
gıda- veriyor. Aynı zamanda sağlık sorunları olduğunda hastaneye gidip ücretsiz
hizmet alabiliyorlar. Ancak o koşullarda sağlıklı yaşamaları mümkün değil.
Getirilen gıdaları bile çöpten iki tane paslı teneke bulup içinde pişiriyorlar.
Oradaki durum gerçekten çok korkunç; buradakinden daha korkunç. Doğruyu
söylemek gerekirse ben bu duruma biraz şaşırmıştım: Buradaki Ezidi kamplarının,
bir iki istisna hariç, hemen hepsi belediyeler tarafından yönetiliyor; ki bu belediyeler
çok yoksul belediyeler: Şırnak, Silopi gibi
belediyelerden bahsediyoruz. Silopi'nin yolu bile yok! Asfalt yol bile
yapamayacak kadar yoksul belediyeler bunlar. Bu belediyeler yönetimindeki
kamplarda kalan Ezidiler bile Zaho ve Duhok’takilerden daha iyi durumdalar.
Duhok ve Zaho’da beni gezdiren bir peşmergeye şaşkınlığımı ona anlattığımda
Zaho ve Duhok'a gelen Ezidi sayısının iki yüz elli bin olduğunu söyledi. Bu
rakam bir hükümetin bakabileceğinden çok daha fazlasıydı. Bu nedenle insanlar
orada genel olarak bölgesel Kürt
hükümetin elinden geleni yaptığını düşünüyor.
Duhok daha zengin bir bölge olduğu için Ezidiler orada
sokak ortalarında değiller, daha çok kapalı alanlarda, camilerde, okullarda
kalıyorlar. Tabii yine inşaatlarda da kalanlar var. Çok lüks kafelerin,
restoranların olduğu, lüks arabaların geçtiği caddelerin üzerindeki inşaatlarda
kalan Ezidileri görmek beni sarsmıştı. İnsanı hakikaten insan olmaktan
utandıran bir manzaraydı. Fakat Ezidiler çok kanaatkâr insanlar, “Şu
hakkımız, şunu talep ediyoruz” gibi şeyler söylemiyorlar, ne verilirse “Allah
razı olsun!” diyorlar. Küçücük bir şey dahi verilse, bunu on kişi
bölüşüyorlar. Kaç aydır kamplara kamyonla yardım götürüyorum, bir kez bile
kargaşayla karşılaşmadım. Buldukları ile yetinen, ellerindekini paylaşan,
birbirlerini inanılmaz destekleyen bir halk var karşımızda. Duhok'taki lüksü
görüyorlar, bundan rahatszı olup olmadıklarını sorduğumda sürekli “Allah
Duhoklulardan razı olsun” dediler: “Onlar bize her gün yemek ve kıyafet
getiriyorlar…” gibi şeyleri çok duydum. Ezidiler savaşçı bir halk değil. Sanırım
ilk defa YPG’lilerle savaşı öğreniyorlar. YPG’lilerin çağrısıyla Ezidi
gençlerin bir kısmı dönmeye başladı. Bu onlar için yeni bir durum aslında.
İnsan öldürmeyi bırakın, kendini korumak için bile şiddet kullanmak yok
kültürlerinde. YPG yetişmese büyük ihtimal büyük bir Ezidi soykırımı ile karşı
karşıya kalacaktı dünya.
Şu anda Türkiye’de de yoğun bir Ezidi
nüfusu var. Yoğun olarak nerelerde bulundukları ve sayıları ile ilgili verilere
ulaşmak mümkün mü?
Türkiye tarafında Şırnak, Silopi, Midyat, Diyarbakır
ve Cizre’deki Ezidi kamplarına gittim. Bunun dışında İdil, Van ve Batman’da ve bazı küçük ilçelerde de kamplar var.
Roboski'ye giden ciddi bir nüfus da vardı. Zaten Roboski üzerinden kaçak
giriyorlardı, okullarda kalıyorlardı, okullar açıldıktan sonra onlar kamplara
yollandılar. Bildiğim kadarıyla şu an Roboskide kalan Ezidi yok. Doğruyu
söylemek gerekirse kampların dışında kaç kişi var derseniz size kimse cevap
veremeyecek. Ben belediye koordinasyon merkezlerinden sık sık aldığım rakamlar
doğrultusunda Türkiye’deki Ezidiler’in sayısının 30.000’ini geçtiğini
düşünmüyorum.
Gelen Ezidiler
Avrupa’nın onları kurtaracağını düşünüyor. Çok ciddi bir çoğunluk yurtlarına
dönmeyi düşünmüyor. Ezidilerin çoğu Avrupa’ya gideceğini düşünüyor, Avrupa’ya
gidemezlerse de Türkiye de kalmak istiyorlar. Avrupa’nın kendilerini
almayacağını fark ederek dönenler oldu. Dönenlerin sayısı çok az oldu ama. Bu
son Kobanê olaylarından sonra daha yoğun dönüşler oldu. Örneğin Diyarbakır kampında beş bin beş yüz
kişi varken iki gün önce bu sayı üç bin iki yüz kişiye düşmüştü.
Türkiye’ye gelen Ezidiler ve Kobanêliler arasında temel bir fark şu:
Ezidiler artık vatanlarına geri dönmek istemezken, Kobanêlilerin hepsi geri dönecekleri günü
bekliyorlar.
Türkiye’de bulunan Ezidiler’in yaşam
koşulları nasıl?
Kamplardaki gözlemlerimiz şunlar: Çok ilginç bir
şekilde devlet ortada yok. Midyat’ta 3 yıl önce Suriyeli göçmenler için
kurulmuş, AFAD tarafından yönetilen yedi bin kişilik bir kamp var. Bu kampta
iki bin beş yüz kişilik boş yer varmış, iki bin beş yüz Ezidi buraya
yerleştirilmiş. Midyat’taki bu kamp dışında bütün kamplar yerel belediyeler tarafından
kurulmuş ve yönetiliyor. Şu soruyu çok ciddi sorgulamak gerekiyor: Türk Devleti
neden gelen Ezidiler için kamp kurmadı? İkincisi, hadi belediyeler kurdu
diyelim, neden devletin kurumları bu belediyelerin yanında değiller? Çadırı
temin etme, sağlık hizmetleri getirme gibi pek çok altyapı ihtiyacı var. Geçen televizyonda
Başbakan Davutoğlu gelenlere kucak açtıklarını söylüyordu. Ezidiler açısından
bu doğru değil, bu kamplar belediyeler tarafından yönetiliyor ve dediğim gibi
Ezidiler açısından bir tek Midyat kampı dışında devlet bu insanlara bakmıyor. Midyattaki
kampta da 5000 Arap’ın yanına 2500 Ezidiyi koymuşlar. Oysa Ezidilerin çok ciddi
bir kısmı onları yalnızca IŞİD’in değil komşularının da katlettiğini söylüyor,
yani bir şekilde Araplardan korkuyorlar ve bu korkunun uzun süre devam edecek
gibi görünüyor. Onları Midyat’ta Arapların yanına yerleştirmek büyük bir hata.
Bir de Bölgede bazı köylere de Ezidiler yerleştirilmiş
durumda. Midyat’ta bir Ezidi köyü var, Bacin Köyü. Bu köy, 1980’lerden sonra
boşaltılan Ezidi köylerinden biri. 2000’li yıllarda İsviçre, İsveç, Almanya’ya
gidenlerin bir kısmı köylerine geri dönüyorlar ve birkaç evi toparlıyorlar ve
bir Kasr yapıyorlar. Şimdi bu Kasra 150 Ezidi yerleştirilmiş, Avrupa’dan gelen
Ezidiler onlara yardım ediyorlar.
Buarada bence temel soru şudur: Milyonlarca Arap
göçmen, devletin kamplarında kalırken Ezidiler için neden aynısı yapılmıyor?
Bu kampların ihtiyaçları sadece
belediyeler üzerinden mi karşılanıyor? Belediyelerin birlikte çalıştığı başka
devlet kurumları var mı?
Aslında kaymakamlıkların ve belediyelerin birlikte
hareket ettikleri durumlar da var. Bir kaç hafta önce Suruç Belediye Eş Başkanı
Zuhal Hanım (Ekmez) son Kobanê olaylarına kadar kaymakamla birlikte
çalıştıklarını, kaymakamın kendilerini anlayan biri olduğunu ama sonrasında
neden durumun değiştiğini bilmediklerini söylemişti. Demek üstten bir müdahale
ile yerelde normalde birlikte çalışan kurumlar bir şekilde birbirleriyle
çalışamaz duruma getiriliyor.
Ezidi kampları yerel belediyelerin, gönüllülerin ve
halkın desteği ile yürüyor. Silopi’de evlerde de çok fazla sayıda insan
ağırlanıyor: kampta iki bin beş yüz kişi var evlerde de iki bin beş yüz kişi
var. Mesela Silopi Belediyesi bir kart sistemi oluşturmuş, evlerde kalan iki
bin kişiyi de tespit etmiş durumda. Her gün evlerde kalan Ezidi ailelere kuru
gıda götürüyorlar. Dışarıdan da yardım geliyor. Sadece Kürt halkından bahsetmiyorum,
Türk halkından, Lazlar’dan, Ermeniler’den, Batı’dan, Karadeniz’den… her yerden
gelen yardımlarla bu kamplar dönüyor.
Kamplardaki ihtiyaçlardan bahsedebilir
misiniz?
Kamplarda şu anda en acil ihtiyaç çadır. Bir çadırda
iki üç aile kalıyor. Ayrıca, şu anda kullanılan çadırların hepsi yazlık çadır,
kışlık çadır değiller. Mesela bu çadırların toprakla temasını kesmek için
altına konulması gereken malzemeler yok, şu anda bunları nereden
bulabileceğimizi araştırıyoruz. Çadırların içinde ısıtıcılar yok. Çok acil
şekilde bu çadırların kış koşullarına uygun hale getirilmesi gerekiyor. İkinci
ihtiyaç yiyecek. Kuru gıda bir şekilde geliyor ama buradaki çocuklar taze bir
kahvaltı fazla göremiyorlar. Belediyeler çok zor durumda. Artık asli işlerini
bile yapamıyorlar. Bu kampların sadece aylık yemek masrafı bu belediyelerin
bütçesi kadar neredeyse. Tabii, halk burada onları aç bırakmıyor herkes sürekli
kamplara gidiyor bir şey götürüyor. O yüzden en temel ihtiyacın çadır olduğunu
söyleyebilirim. Önümüzdeki günlerde kış koşullarıyla birlikte geçici
konutların, konteynırların düşünülmesi gerekiyor.
Bu kamplarda bölgedeki ve bölge dışından
gelen sivil toplum kurumlarının faaliyetleri nasıl yürüyor?
Bu kamplarda çalışma yürüten sivil toplum kuruluşları
neredeyse yok denecek kadar az. Batıdan kadın kuruluşu, çocuk kuruluşu ya da
psikolojik destek sunan kuruluşlar bu kamplara gelip çalışmıyorlar. Van
depreminden sonra Van’da da çalışmıştım. Van’a çok sayıda sivil toplum örgütü
gelmiş ve çalışmıştı. Buradaki bazı sivil toplum örgütleri sınırlı çalışmalar
yapıyor ama Batı’dan gelip bu kamplarda çalışan bir sivil toplum örgütü şu an
yok.
Bölgedeki sivil toplum kurumları için şunu
söyleyebilirim. Mesela Diyarbakır’ın yoksul mahallelerinde çalışan Umut Işığı,
Bağlar Kadın kooperatifi, çocuk örgütleri …vs. var. Onlar zaten bu yoksul mahallelere yerleşen
Araplar ve Ezidilerle ilgili çalışma yürütüyorlar. Ama dışarıdan gelen yok.
Kamplarda hala bir çocuk çalışması başlamamış durumda. Rehabilitasyona ilişkin
ise hiçbir şey yok.
Göçmenlerin savaş deneyimleri ve
yaşadıkları koşullar dikkate alınırsa, en önemli ihtiyaçlardan biri de sağlık
hizmetleri ile ilgili olsa gerek… Sağlık hizmetlerinden ihtiyaçlarını karşılayacak
şekilde faydalanabiliyorlar mı?
Üç yıl önce Suriye’den gelen göçmenler Türkiye’deki
sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak faydalanabiliyor, ama Ezidiler ve
Kobanêliler için bu durum geçerli değil. Onlarla ilgili bir yönetmelik
çıkarılmadı. Eğer ısrarlı bir doktor varsa ya da o ilde sivil toplum örgütü
güçlüyse, onlar yereldeki kamu kurumlarına baskı yapabiliyorlar. Bu baskı
sonucu bir şekilde vali ya da vali yardımcısının izniyle Ezidiler ve
Kobanêliler de ücretsiz tedavi olabiliyorlar. Örneğin Diyarbakır’da şöyle bir
şey olmuştu: Bir arkadaşımın doktorluk yaptığı hastaneye gelen bir Ezidi’den
tedavi ücreti istenmişti. İlk gün Arap diye yazdırmış ve tedavi ettirmişler.
Sonra ikinci gün doktorlar buna karşı çıkıyor ve biraraya geliyorlar. “Bu nasıl
insanlık!” diyerek duruma itiraz ediyorlar ve valilik aranıyor. Vali de kendi
özel izniyle Ezidiler’in ücretsiz tedavi edilebileceğini söylüyor. Ama bu durum
geçici bir şey. Çünkü bununla ilgili bir yönetmelik yok.
Bu durumu anlamış değilim. Kamplarda şu anda doktorlar
var, bu doktorların hepsi gönüllü doktorlar ama doktorların müdahale
edemeyeceği ağırlıkta olan vakalar bulunuyor, bunların donanımlı hastanelere
yollanması gerekiyor. Örneğin Silopi kampında şöyle vaka vardı: Bir çocuğun
gözünün önünde İŞİD babasının kafasını kesmiş ve haliyle çocuğun çok ciddi
psikolojik rahatsızlıkları vardı, ayakta duramıyordu. Bu çocuğun
Diyarbakır’daki hastaneye yollanması gerekiyordu ancak bunun için bir sistem
yok. Burada bir katliamdan kaçıp gelmiş ve çoğunluğu katliama tanıklık etmiş
insanlardan bahsediyoruz. Mesela Diyarbakır’daki kampta ellerinde telefonla
internetten amcasının katledilişini izleyen çocuklar var. Böyle vakalardan
bahsediyoruz. O yüzden de sağlık hizmetlerinin yanı sıra, sosyal çalışmalara,
atölyelere acil ihtiyaç var. Açıkçası ben Ezidiler’in uzunca bir süre burada
kalacağını düşünüyorum. Ne zaman dönerler bilmiyorum, dönerler mi, onu da
bilmiyorum. Çünkü çoğu “Biz Şengal’e dönmek istemiyoruz, Şengal kan kokuyor,
Şengal’de gidip tekrar Arap komşularımızla yaşayamayız” diyorlar.
Göçmenlerle ilgili olarak kritik bir
konuda göçmenler ve yerli halk arasındaki ilişkiler. Örneğin Suriyeli Arap
göçmenlerin Türkiye’nin birçok yerinde ırkçı tepkilere maruz kaldığını
biliyoruz. Bölgede buna benzer gözlemleriniz oldu mu?
Ezidi kamplarının hemen hemen hepsi şehrin dışında,
şehrin çok da içinde olmadığını belirtmek lazım. Kendilerinin dışında çok fazla
insanla karşılaşmıyorlar. İçinde bulundukları durum Araplar’ın, yani Suriye’den
gelen göçmenlerinki gibi değil. Araplar çok fazla yere dağıldılar. Ezidiler’in
durumu farklı. Diyarbakır’daki kamp şehirden 15 km uzaktaki bir piknik alanına
kurulmuş, kampta sadece Ezidiler kalıyor. Kampa giriş-çıkış yok, izinliyseniz,
bir yardım götürecekseniz bir yetkiliyle beraber kampa girip çıkabiliyorsunuz.
Cizre ve Silopi’de de kamplar şehrin dışında. Dolayısıyla, Ezidiler’in çok
büyük bir kısmı kamplarda kaldığı için yerli nüfusla karşılaşmaları gibi bir
durum pek söz konusu değil. Karşılaşma durumunda da, insanlar burada
birbirleriyle yardımlaşıyorlar, dayanışma içindeler, birbirlerine destek
veriyorlar. Ben bunun uzunca bir süre böyle gideceğini düşünüyorum. Açıkçası
diğer illerde çıktığı gibi bir çatışma beklemiyorum. Ezidileri yanına alan
birkaç aileyle de görüşmüştüm. Herkes dayanışmaya devam edeceklerini
söylüyordu. Hatta Ezidiler’den biri bana “Biz
çok katliam yaşadık ama yine de mutluyuz çünkü Kürtler bize sahip çıktı. Biz
biliyoruz, ölürsek de beraber öleceğiz” demişti. Bu hissiyat Bölgede ve
Ezidilerde çok güçlü bir şekilde var. Şengal ve Kobanê, Kürtlerde bu birlik
ruhunu çok fazla beslemiş durumda. O yüzden de ben kişisel olarak provokasyon
olmadığı müddetçe herhangi bir Ezidi’nin burada kılına zarar geleceğini
düşünmüyorum.
Suriyeli Arap kadınların yaşadıkları
mağduriyetler de anaakım medyada çeşitli şekillerde yer aldı. Ezidi kadınların
göçmen olarak yaşadıkları deneyimler konusunda ne söyleyebilirsiniz?
Ezidiler için bu durum geçerli değil. Henüz Ezidiler o
kadar dışarıda değiller. Dışarıda olanlar da belediyelerin aracılığıyla
ailelerin yanına yerleştirilmişler, her aile yanlarındaki Ezidi ailesinin
sorumluluğunu almış durumda. Arap kadınlar gibi ortada kalmadılar. Arap
göçmenlerin dağılmasına göz yumdu devlet. Kürt siyasal hareketi Ezidileri birarada
tutmaya çalışıyor, çünkü Kürt siyasal hareketinin bir amacı var, Ezidiler
Şengal’e geri dönsün istiyorlar. Şu an Avrupa’ya ya da İstanbul’a giden bir iki
tane zengin Ezidi aile varsa vardır. Kürt siyasal hareketi hem Kobanêlileri hem
Ezidileri vatanlarına geri döndürmek için böyle bir politika izliyor.
Ama Suriye’den gelenler aynı durumda değil. Onlar
zaten Türkiye devletinin denetim ve gözetiminde geldiler, çoğunluğuna hem
kimlik, hem oturma hakkı hem çalışma hakkı verildi, ve maalsef daha sonra da bu
insanlar dağıldılar. Devlet kucak açtık diyor ama ne oldu diye sormuyor. Arap
kadınların çoğunluğu-içinde Arap olmayan da olabilir, ama çoğunluğu Arap-
maalesef sokaklardalar ve çok kötü koşullarda yaşıyorlar. Kadınlar satılıyor. Bu
kadınlar yok oldular. Henüz Ezidiler bu durumda değiller, henüz Kobanêliler bu
noktada değiller. Umarım da hiçbir zaman bu noktaya gelinmez. Ama Arap
göçmenler, Suriye’den daha önce gelenler maalesef bu koşullardalar.
Anlattıklarınızdan belirli göçmen gruplara
belirli kurumların sahip çıktığı gibi bir izlenim açığa çıkıyor…
Bu kadar net bir ayrışma yapılabilir mi emin değilim.
Çünkü Araplara devlet sahip çıktı ve kimseyi de karıştırmadı. Biz hiçbir sivil
toplum yetkilisi Araplar için Urfa, Antakya, Antep, Kilis’te kurulan kamplara
giremedik. Devlet milyonlarcasını kamplara yerleştirdi, milyonlarcasına da
gözünü kapadı, adeta “gidin dağılın
Türkiye’ye” dedi. Onları öylece bıraktı. Devlet bir grubu kamplara yerleştirdi,
kimlik verdi, sağlık hizmeti verdi ama kampın dışındakileri öylece bıraktı.
Bıraktığın zaman savaştan kaçmış, güçsüz, ailesini bırakmış, ailesi
ölmüş olan bu insanlar ortada kaldılar. Kadınlar her tarafta satılmaya başladılar.
Bundan yaklaşık sekiz dokuz ay önce, Arap bir kadın Diyarbakır’da bir evde ölü
bulundu. Hiç kimsesi yok. Bu kadını, kadın örgütleri gömdüler.
AFAD kampları dışında kalan Araplar için
yaşam koşullarının çok zorlu olduğunu söyleyebilir miyiz?
Diyarbakır’da Suriyeli Arapların kaldığı mahallelerde
çalışan STK’ların hepsi ve yine belediyeler onlara bir şekilde yardım etmeye
çalışıyor ama göçmenlerin sayıları çok fazla ve bu çalışmaları yürüten STK’lar
çok küçük yapılar. Sarmaşık Derneği gıda yardımı yapıyor. Sur Belediyesi de
gıda yardımında bulunuyor. Diyarbakır Sur Belediyesi bir çağrı yaparak 2-3 yıl
önce gelen Arapları, eski Diyarbakır evlerine yerleştirdi. Örneğin benim eski
bir Diyarbakır evim vardı, orada şu an dört aile kalıyor. İkinci bir evi olan
herkes bir şekilde evini açtı, ama yerleştirdiği iki yüz üç yüz kişi olsa bile
geride kalan yüz binlerce insan var... Şu an Diyarbakır’da sokakta dilenen
insanların çoğu Araplar ve bu çok can yakıcı bir durum.
Ezidiler konusunda farklı bir durum söz konusu.
Ezidiler IŞİD katliamından kaçtılar, Şengal’e dönmek istemiyorlar, Şengal
Ezidilerin vatanı ve geri dönmezlerse Ezidilik bitecek, dağıldıkları zaman
artık dünyada bir Ezidi toplumu olmayacak. O yüzden Ezidileri bir arada tutmak
ve geri dönmelerini sağlamak konusunda bir ısrar Bölgede var açıkçası.
Kobanêliler diğer göçmen gruplardan nasıl
farklılaşıyor? Kobanêliler hakkındaki izlenimleriniz neler?
Kobanêlilerin sayısı hakkında da net bir şey söylemek
mümkün değil. Kurumların verdiği rakamlar birbirlerinden çok farklı. Ben
belediye başkanını ziyaret ettim, o ziyarette BDP Urfa il başkanı da vardı.
Ayrıca kaymakamı da ziyaret ettim. Belediye başkanı 60.000 civarında
Kobanêli’nin geldiğini söyledi, kaymakam ise 187.000-180.000 civarında dedi.
Yani arada 100.000-120.000 fark var. 180.000 Kobanêli gelmiş olsa Suruç
herhalde bitmiş olurdu, o ayrı mesele. Bu rakamların doğruluğundan emin
değilim. Ancak ortalama 80-100 bin Kobaneli olduğunu düşünüyorum. Suruç belediye
başkanı akrabaları olanların Halfeti, Birecik gibi yakın yerlere dağıldığını
söyledi.
Silopi’ye, Şırnak’a ya da Diyarbakır’a geldiğinizde de
Ezidileri görmezsiniz. Çünkü kamplar şehirden uzakta. Ama Suruç öyle değil. Her
tarafta Kobanêli var. Her ağacın altında, her parkta, her yerde Kobanêli var.
Belediye bulduğu her mekanı kampa çevirmeye çalışıyor. Belediye üç alanda kamp
kurmuş, sadece bir tanesine büyük bir kamp denebilir. Kamplardan biri iki bin
beş yüz kişilik diğerleri küçük mekanlara kurulan çadırlardan ibaret. Bazı
yerlerde dükkanları da kullanmış durumdalar. Suruç’ta üç alanda da AFAD kamp
kurmuş. Kaymakam AFAD kamplarının dokuz bin kişilik olduğunu söyledi, ama
kampta beş bin kişi var şu an. Belediye başkanına göre Kobanêli’lerin yaşadığı
ciddi bir sorun şu: “Mesela biz parka
gidiyoruz, onları yerlerinden kaldırıyoruz, AFAD’ın kampında boş yer var, oraya
gidin diyoruz, ama gitmek istemiyorlar, çünkü Türkiye devletine güvenleri yok. Türkiye’nin
İŞİD’e destek verdiğini düşünüyorlar. Ciddi bir kesimi biz zorla kampa
götürüyoruz.” dedi. Kobanê ’den gelenlerin –Ezidi’lerden farklı olarak -
geri dönme arzuları var: “Savaş bitecek, IŞİD bitecek ve döneceğiz.” Düşüncesi
hakim. Onlar geçici olarak burada bulunduklarını düşünüyorlar ve tüm planlarını
buna göre yapıyorlar.
Kobanêli göçmenlerin ihtiyaçları konusunda
bilgi verebilir misiniz?
Oradaki kamplarda da yine en acil ihtiyaç kışlık
çadır. Sonrasında gıda ihtiyacı ve özellikle taze gıda ihtiyacı söz konusu.
Sosyal faaliyetlere de bence yine çok ihtiyaç var. İnsanlardan battaniye, mont,
bot, çocuk ayakkabısı gibi yardımlar geliyor. Kobanêli’lerin kamplarında, Ezidi
kamplarından farklı olarak, tekerlekli sandalye ve baston ihtiyacı çok fazla
oluyor. Çünkü çok fazla yaralı var. Bu, Ezidi kamplarında olmayan bir durum.
Bütün bölgede kamplarla belediyeler ilgileniyor. Zaten birçok yerde belediyeler
kendi işlerini yapmıyor, tamamen kamplara yoğunlaşmış durumdalar.
IŞİD’ın kadınları özel olarak hedef alan
savaş politikalarını dikkate alırsak, genel olarak, tüm göçmen gruplar için,
kadınların savaş deneyimleri bahsettiğiniz göçmen deneyimlerine nasıl yansıyor?
Gittiğim kamplarda kadınlarla özellikle ayrı ayrı
konuştum. Zaten çok az konuşuyorlar. Yalnız olsanız bile çok az
konuşuyorlar. Ezidi kamplarında çok büyük bir korku var. Kadınlarda ve
çocuklarda çok büyük bir korku ve dehşet var. Kobanêli’lerin çok büyük bir
kısmı katliama tanıklık etmeden geldiler. Ama Ezidiler öyle değil. Çoğu
katliama tanıklık ederek gelmiş insanlar. O yüzden de birçoğunun katliam
görüntüleri, travmaları çok canlı. IŞİD’in eline geçmiş, tecavüze uğramış, bir
şekilde kaçmış gelmiş kadınlar var. Bütün köyün önünde aşağılanmış kadınlar
var. Mesela IŞİD’ciler bir köyde kadınlara “bizi hamama götürüp yıkayın”
demişler. Bunu kabul edip hamama giden kadınlar olmuş. Savaş yine kadın bedeni
üzerinden de yürütülmüş. O yüzden onların yaşadığı travmalar çok daha büyük
boyutta. Çoğu çok sessiz zaten.
Bu durumda olan kadınların kamp içindeki
pozisyonu nasıl?
Tecavüze uğramış kadınlarla birebir oturup konuşmadım.
Böyle bir şey mümkün değil zaten. Bunları genelde kamp çalışanları biliyor. Bu
kadınların dışlanma durumuna ben şahitlik etmedim. Ezidiler biraz farklı bir halk. Çok güzel
özelliklere sahipler. Herkes birbirini çok fazla destekliyor. Diyarbakır
kampında görüşme yaptığım adamlar “Dön
diyorsunuz da biz nasıl döneceğiz? Biz sonuçta kadınları kendi gözü önünde
tecavüz edilmiş insanlarız artık. Nasıl döneceğiz? Biz nereye döneceğiz?”
gibi şeyler söylemişlerdi. Bu hikayeler, dışarıdan gelenlere yalnızlarsa biraz
anlatılıyor, ama genelde konuşulmayan bir şey.
Kobanêli kadınlar neden daha farklı,
anlatılarında ve deneyimlerinde nasıl bir farklılık var?
Ezidiler ataerkil bir halk. Kobanêliler kadın erkek
eşitliği konusunda kadınların daha eşit söz hakkı olan bir toplum. Kadınlar da Kobane’de
verilen mücadelenin içinde. Bunu zaten
kadının konuşmasından tavrından anlıyorsunuz. Kadınlar orada kurulmaya
çalışılan toplumun bir parçası olmuşlar, kadınlar da savaşıyor. Ezidilerde
erkek hakimiyeti daha güçlü.
Kamplardaki
çocuk sayısının çok yüksek olduğunu biliyoruz.
Yazılarınızdan birinde Ezidi çocukların okula gitmesini konu etmiştiniz.
Okullarda Kürtçe eğitim yapılıyor ama biz Arapça eğitim almıştık. Bu nedenle
eğitim yapamıyoruz, eğitimde sorun yaşıyoruz diyorlardı.
Ezidi
çocuklar Şengal’deki okullarında Arapça eğitim almışlar; ama konuştukları dil
Kürtçe. Şengal’in eğitim dili Arapça olduğu için öyle bir eğitim almışlar.
Biliyorsunuz Güney’de Kürtler Arap alfabesi kullanıyor. Kürtçeyi, Arap
alfabesinde yazıyorlar. Kürtler arasında alfabe sorunu var zaten. Kuzeydeki
Kürtler ve Rojava Latin alfabesini kullanırken İran ve Güney’dekiler Arap
alfabesini kullanıyorlar. Çocukların eğitimi için Diyarbakır’daki kampta örnek
bir kreş açılacak. Orada Ezidi çocuklar için Kürtçe, Arapça eğitim önce 120
kişilik ufak bir grup için başlatılacak.
Diğer şehirlerden dayanışma yardımlarının
geldiğini söylediniz. Bunların sürdürülebilir olması için neler yapılabilir?
Açıkçası ne kadar sürdürülebileceğini bilmiyorum.
Sosyal medyada çağrılar yapıldıkça insanlar yardım yolluyorlar. Sonra unutuluyor.
Ezidi kampları için GABB Belediyeler Birliği’ne bağlı bir koordinasyon merkezi
kuruldu. Bu koordinasyon birimi üzerinden daha kurumsal daha örgütsel yerlerle
irtibata geçilebilir. İstanbul ve İzmir’de merkezi yerler belirlenerek
sürdürülebilir bir kampanya yapılabilir. Ama şu an için sürdürülebilir bir
durum yok. Mesela malzemeler bitince sosyal medyadan duyuruyoruz. Şu an
belediyenin açtığı bir hesap var. Aynı zamanda birçok otobüs firması yardımları
ücretsiz taşıyor. Aslında yardım yollamak isteyen insanlar kısa bir internet
araştırmasıyla hızla ellerindeki yardımları buraya nasıl ücretsiz
ulaştırabileceğini öğrenebilir. Her belediyede buna cevap verebilecek
temsilcilikler oluşturuldu. Belediyeler ilk başta çok zorlandılar, çünkü burada
hiçbir belediyenin böyle bir deneyimi yok. Ne bir deposu var, ne afet birimi,
ne de belediyede çalışan insanların göçmenlerle ilgili bir uzmanlığı söz
konusu. İstanbul’da mülteciler üzerine uzmanlaşmış bir iki dernek olabilir. Ama
burada bu da yok. Türkiye artık bir göçler ülkesi, ama bir göç politikası, bu
konuyla ilgilenen özel bir bakanlığı, bir organizasyonu yok. Günlük
düzenlemelerle yürüyor her şey.
Son olarak, Kobanê süreci ile de
bağlantılı olarak, barış sürecinin geldiği aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bir barış süreci var mı yok mu emin değilim. Kobanê
’den bağımsız bir barış sürecinin Türkiye’de ilerleyebileceğini düşünmek hayal
olur. Barış süreci Kobanê ’ye göbekten bağlı. Kobanê ’de savaşanlar kim? Buranın
çocukları. Buraya her gün Kobanê ’den cenazeler geliyor. Medyada hiç
duyulmayan, Türk kamuoyunda hiç görülmeyen olaylar var. Burada birçok
evden gençler Kobane’de şuan savaşıyorlar.
Senin buradaki kendi Kürt’ün orada kendi halkı için savaşırken buna gözünü
kapatırsan, burada bir sürecin devam etmesi mümkün olmaz.
Barışı ben de çok arzuluyorum, hepimiz arzuluyoruz.
Neyse artık barış onu da bilmiyorum gerçi, bu da artık büyülü bir kelime
oldu. Biz bir savaşın ne kadar korkunç bir şey olduğunu çok iyi bilen bir
halkız. Savaş sadece sevdiklerini kaybetmekle sınırlı bir şey değil. Savaş
içinde yaşamak, bütün yaşama olan güvenini kaybetmekle eşdeğer. O yüzden ben kişisel olarak bunu ne Türklerin ne
de başka bir halkın da deneyimlemesini istemiyorum. Türklerin savaş algısı
Batıya gelen cenazelerle sınırlı. Oysa savaş bunun çok daha ötesi… Kürtler
savaşı istemiyor, hatta barışta çok da
ısrarlı olduklarını düşünüyorum. Hakikaten, sabrın diğer adı olsa Kürtlük
olurdu.
Barış bizlerin günlük yaşamına yansımalı. Bakın şu
anda sizle konuşurken savaş uçağının sesi geliyor. Sonuçta ben o uçağın nereye
gittiğini biliyorum. Ben bu sesle yaşayacaksam, barış süreci benim günlük
yaşamıma değmiyorsa, helikopter sesiyle uyanıyorsam, eli silahlı polisler her
gün ortadaysa, tanklarla iç içe yaşıyorsam, kısaca barış buraya gelmiyorsa,
masadaki barışın anlamını bilmiyorum. Muhakkak ki anlamı vardır ama bana
değmesi, sokağıma yaşantıma gelmesi lazım. Bunun bizim yaşamımızda bir dönüşüme
neden olması lazım.
Barış süreci başladığı dönemde boşaltılmış ve korucu
köylerinde çalışıyordum. Hakkari, Şırnak, Roboski, tüm o hatları gezdim. Barış
süreci başlatıldı ve iki ay sonra benim çalıştığım köylere yeni korucular
alındı. Akil İnsanlar grubundan arkadaşım olan insanlara dedim ki: “Lütfen bunu Başbakana sorun”. Başbakana
da sordular. Başbakan “Böyle bir şey yok.
Yalan!” dedi. Gözümüzün içine baka baka o kadar doğru olmayan şeyler
konuşuluyor ve Türkiye halkı yanlış bilgilendiriliyor ki… Birkaç ay önce
Roboski’ye gittim. Sadece Roboski Hakkari arasına, -ki çok kısa bir mesafeden
bahsediyoruz- barış sürecinden sonra otuz kadar yeni kalekol yapılmış. Tüm
bunlar sürece güveni sarsıyor.
Barış istiyorsak en önemli şeylerden biri de dil. Her
gün hakaret, her gün hakaret. Ve bu hakaret sürekli devam ediyor. Bana Kürtlük
nedir deseler hakaret görmektir diyeceğim. Bir halka, bir halkın temsilcilerine
bu kadar mı hakaret edilir? Bu kadar zulüm çekmiş, evi, köyü, yuvası yakılmış,
yıkılmış, anası babası katledilmiş bir halkın hala her gün hakaret görmesi ne
demektir! O yüzden bu sürecin sonunu görebilecek miyiz, emin değilim. Çok arzuluyorum başarıyla sonuçlanmasını,
ancak gerçekten emin de değilim. Hükümetin barış sürecini devam ettirme
konusundaki samimiyetine dair ciddi şüphelerim var.
- Görüşlerinizi bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.
No comments:
Post a Comment