Göz göre göre “Kürt Sorunu”
*As published in Star Newspaper on 02.11.2008
Bugün,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durumu tek
boyutlu bir analiz ile açıklamak mümkün değildir. Kimileri mevcut duruma ‘Kürt
sorunu’, kimileri ‘azgelişmişlik sorunu’, kimileri ise ‘demokratikleşme sorunu’
…gibi çeşitli tabirlerle yaklaşmaktadır. Oysa, önümüzde duran sorun çok boyutlu
bir sorundur. Tarihsel, politik, ekonomik ve coğrafi boyutları ile ele
alınmalıdır. Ancak, tüm bu çok boyutluluk içinde bu sorununun bir Kürt sorunu
olduğu hiçbir zaman ikinci plana atılmamalıdır.
Bölgenin
sosyo-ekonomik gelişmişliği açısından öncelikle üç noktaya açıklık getirmek gerekir.
Birincisi, Bölgenin şu an Türkiye’nin en az gelişmiş illerinden oluşuyor
olmasını tarihsel bir perspektif içinde
ele almak gerektiğidir. Uluslararası dinamiklerin etkisiyle, Ortadoğu’da
büyük güçlerin oynadığı roller, savaşlar, ticaretin ve petrolün değişen önemi
bulunduğumuz Bölgenin tarih içinde ekonomik konumunu değiştirmiştir. Bölgenin
jeopolitik açıdan değişen rolü ekonomik konumunu da etkilemiştir. Tarihsel
açıdan bir diğer önemli konu ise,
Cumhuriyetin kuruluşunu takiben Türkiye’nin “ekonomik kalkınma” modelinin merkezi kalkındırmaya yönelik
olduğudur. Bu modelin sonucu olarak da taşra geri planda kalarak gelişme
ivmesini kaybetmiştir. Kısaca söylemek gerekirse, Bölge illeri kadar olmasa da
Anadolu’nun birçok başka ilinin de Cumhuriyetin kuruluşunu takiben bir gerileme
yaşamıştır.
Zorunlu Göçün Etkisi
Bölgenin
sosyo-ekonomik geri kalmışlığı açısından ikinci önemli nokta ise, yine tarihsel
kökenleri olan bir konu olan Kürt
sorunudur. Kürt sorunu nedeniyle, uzun yıllar boyunca, bir yandan Bölgedeki
kaynaklar yok edilmiş, diğer yandan da Bölgeye kaynak verilmemiştir. Bölgedeki ormanlar,
meralar, köyler “güvenlik” gerekçesiyle yakılmış, buna karşılık Bölgeye yönelik
açılan ‘ekonomik paketler’ den Doğu ve
Güneydoğu’ya ne yapılan zararı tazmin edici ne de bölgesel gelişmeyi
tetikleyici kaynak verilmemiştir. Sosyo-ekonomik geri kalmışlığın nedeni olarak
Kürt sorunu çerçevesinde görmemiz gereken bir diğer nokta da son 20 yıldır
Bölgede devam eden çatışma ortamı ve zorunlu göçtür. Bu çatışma süreci Bölge
ekonomisini çok ciddi boyutlarda sarsmıştır. Göç ettirme politikaları ile
yerinden edilen bu nüfus Bölgedeki mevcut nüfusa eklemlenmiş, böylelikle Bölge
illeri yerel yönetimleri, altyapılarının ve hizmet olanaklarının
kaldıramayacağı kadar yüksek bir nüfusla karşı karşıya kalmışlardır.
Rakamlar yalan mı?
1980’lerden
başlayarak Türkiye’nin uyguladığı neo-liberal ekonomik politikalar, özellikle
tarım ve hayvancılığı çok hızlı bir biçimde dönüştürmektedir. Bu dönüşüm farklı
biçimlerde Türkiye’nin her bölgesinde hissedilmektedir. Ancak içinde
bulunduğumuz Bölgenin ekonomisi yoğunlukla tarım ve hayvancılığa dayandığı için
bu dönüşümün olumsuz etkileri en çok bu Bölgede hissedilmektedir. Bu dönüşümden
olumsuz etkilenen kesimler için destek politikaları ise ya yoktur ya da varolan
uygulamalar küçük köylüyü ve de küçük işletmeleri koruyamamaktadır. Yani,
küreselleşmenin yarattığı eşitsiz gelişme de Bölge ekonomisini olumsuz
etkilemiştir ve halen etkilemeye devam etmektedir.
Başta
Kürt sorunu olmak üzere, içinde
bulunduğumuz Bölge’nin uluslararası konumundan ve Türkiye’nin küreselleşme
sürecinden kaynaklanan sorunlar, hep birlikte, kendi dinamikleri ve
birbirleriyle etkileşimleri yoluyla sorunları katmerleştirerek Bölgenin
durumunu gittikçe ağırlaştırmaktadır.
Tüm bunların sonucu olarak bugün
Bölge İlleri Türkiye’nin en yoksul 20 ilidir. Bu gerileme tüm Cumhuriyet tarihi
boyunca devam ettiğini , çatışmaların
yoğunlaştığı 1980 sonrasında daha da hızlandığını rakamlar gösteriyor. GAP Projesine rağmen her geçen yıl Bölge
illerinin aleyhine işlemiştir. DPT’nin
sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasına göre; Diyarbakır, 1996'da gelişmişlik
sıralamasında 57. sırada iken, 6 basamak gerileyerek 2003'te 63'ncü sıraya
gerilemiştir. GAP'la şahlanması beklenen Şanlıurfa, tam 9 basamak gerileyerek
68'nciliğe düşmüştür. Van, 7 yılda 8 basamak gerilemiştir. Diğer illerin durumu
da farklı değildir. Batman
65’ten 70. sıraya, Mardin 66’dan 72. sıraya, Siirt 68’den 73. sıraya , Şırnak
75’ten 78. sıraya, Hakkari 70’ten 77. sıraya, Bitlis 71’den 79.sıraya, Muş
76’dan 81. sıraya gerilemiştir.
Yine yukarıda bahsettiğim
nedenlerin diğer bir sonucu olarak bugün Bölgede had safhada yoksulluk ve işsizlik mevcuttur. Bölge’de
özellikle 1980 sonrasında işsizliğin ve yoksulluğun kalıcı, sürekli ve yaygın
bir boyut kazandığını görmekteyiz. Bu Bölgede yaşanan yoksulluk, ülkenin diğer
yerlerinde karşı karşıya kalınan yoksulluktan çok daha derindir. En iyimser
tahminle Bölgede ikamet eden nüfusun %60’ının yoksulluk sınırı altında yaşandığı
söylenmektedir. Sadece Diyarbakır’da 617.000 Yeşil Kart sahibi vardır, bu
Diyarbakır nüfusunun %41’ini tekabül etmektedir.
Bu yoksulluk ve işsizlik durumunu
yaratan önemli nedenlerden biri de çatışma ortamı ve zorunlu göçtür. Son 20 yıldır bu bölgede devam eden çatışma ortamı, 15
yıllık OHAL uygulaması ile dönüm noktasına ulaşmıştır. Bugün Bölge nüfusunun
%70’e yakınının gençlerden oluştuğunu düşünürsek, Güneydoğu’da yaşayan nüfusun çoğunluğunun bu
çatışma ortamı sırasında doğmuş ve tüm
yaşamları boyunca bir şekilde çatışma ortamından etkilenmiş bir nüfus olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Yoğunlukla 1990-95 arası yaşanan zorunlu göç, bu çatışma ortamının koşullarını daha da
zorlaştırmıştır. Zorunlu göçten resmi rakamlara göre 953.680 kişi, sivil toplum
örgütlerine göre ise 1,5-3 milyon arasında bir nüfus etkilenmiştir.
Aidiyet hissi zayıflıyor
Zorunlu göçle ülke geneline
yayılmış olan nüfusun büyük çoğunluğu gittikleri kentte hiçbir kamusal destek
görmedikleri için büyük zorluklarla karşılaşmışlar, yerleştikleri gecekondu
mahallelerinde toplumun dışına itilmişlerdir. Zorunlu göç mağdurlarında aidiyet
duygusu çökmüş, zaten zayıf olan vatandaş – devlet ilişkisi giderek kopma
noktasına gelmiştir. Zorunlu göçün üzerinden yaklaşık 15 yıl geçmesine rağmen,
tüm bu süre zarfında ne Bölge’nin kentlerinde ne de diğer Batı kentlerinde
yaşayan zorunlu göç mağdurlarının yaşam düzeylerini yükseltmek için kamunun
uyguladığı ciddi bir program bulunmamaktadır. 2006 yılında Kalkınma Merkezi
tarafından Diyarbakır’da zorunlu göç mağdurlarına yönelik yapılan bir araştırma
sırasında bir göç mağduru “göç
sırasında destek gördünüz mü?” sorumuza şöyle cevap vermişti: “Kimseden
destek görmedik. Devlet biz yokmuşuz
gibi davrandı.”
Maalesef bugün zorunlu göçün
üzerinden 17 yıl geçmiş olmasına rağmen, bu davranış biçimi çoğunlukla devam
etmektedir. Sonuç olarak, zorunlu göç mağdurları eğitimsizliğe, işsizliğe
mahkum edilmişlerdir; ne köylerine dönebilmekte, ne de kentlerde
tutunabilmelerine olanak sağlanmaktadır.
Tüm bu tablo Bölge halkında
geleceğe yönelik beklentileri de kötüleştirmiştir. Diyarbakır Yerel Gündem
21’in yaptığı bir araştırmaya göre, gelecekten beklenti ile ilgili sorulan
soruya Diyarbakır nüfusunun % 50.8 “hiç
birşey değişmeyecek”, % 25 ise “daha kötü olacak” yanıtını vermiştir. Bu da şunu göstermektedir ki Bölge halkı gelecekten umutsuzdur.
Bölgenin
geri kalmışlığını gidermek için ne tür adımlar atıldığına bakacak olursak;
1970'lerden bu yana uygulanan 'Kalkınmada Öncelikli Yöreler', 'Bölge Planları' ve GAP gibi uygulamalara rağmen bu Bölgede
gerekli kalkınma hamlesi başlatılamadığını görürüz. Şu ana kadar devletin, Bölgeye,
bölgesel eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik kalkınma adına yaptığı en
önemli proje GAP projesidir. GAP projesindeki gerçekleşmelere baktığımız zaman
enerji ile ilgili yatırımların gerçekleşme oranı yüzde 95 iken, sulama
yatırımlardaki oran halen yüzde 15‘ler civarında olduğunuz görürüz. Yani GAP
projesinde, Bölgeye asıl faydası olacak sulu tarımın yaygılaştırılması için
gerekli yatırımlar ikinci plana itilmiş, ulusal bir ihtiyaç olan enerjiye
öncelik verilmiştir. Üstelik, gerekli altyapı yatırımları yapılmadığı için
enerji üretiminden de Bölge yeterince yararlanmamaktadır.
GAP’a bağlanan ümit
Haziran
2008 tarihinde açıklanan yeni GAP Eylem Planı da maalesef bölgelerarası
gelişmişlik farkını ortadan kaldıracak nitelikte bir plan değildir. Nitekim
plan dahilinde ilk uygulamalardan biri olan SODES (Sosyal Destek Programı)
çerçevesinde GAP illerinde Valilikler kanalıyla yapılan keyfi uygulamalar, ve
Eylem Planında “eylem” olarak belirtilen, ancak aslında bütçesi öngörülmeyen
(içmesuyu, kanalizasyon, arıtma tesisleri..gibi) aktivitelerden Planın düzgün
uygulanamayacağına ilişkin birçok ipucu şimdiden mevcuttur.
Bölge
için hazırlanan ekonomik paketlere baktığımızda, 1985 sonrası birçok ekonomik
paketin açıklandığını görüyoruz. Yine tüm bu paketlerde Bölgeye ayrılan bölümün
aslan payının GAP çerçevesindeki enerji yatırımlarına gittiğini görüyoruz.
Teşvik belgelerine baktığımız zaman da, alınmış
teşvik belgelerinin ne kadarının gerçekleştirilmiş olduğu hakkında elde veri
mevcut olmamasına rağmen il ve bölge bazında kaç teşvik belgesi verildiği ve
yapılacak yatırımlarla ilgili bazı bilgileri içeren istatistikler mevcuttur.
Buna göre 2004-2007 yılı arası Marmara
Bölgesi’ne verilen teşvik belgesi sayısı 2.543 iken, bu rakam Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nde 526’ya , Doğu Anadolu’da ise 361’e inmektedir. Hem teşvik belge
sayısı hem de yatırımlar için öngörülen sabit yatırım tutarı toplamı açısından
baktığımızda, Doğu Anadolu son sırada yer almakta onu Güneydoğu Anadolu takip
etmektedir. Teşviklerin dağılımındaki bu eşitsizlik, mevcut bölgesel
farklılıkları daha da keskinleştirmiştir.
Yoksulluk derinleşiyor
Bugüne kadar hiçbir politik parti
ve hükümet Bölgenin sosyo-ekonomik sorunlarını çözmeye yönelik ciddi bir
politika geliştirmemiştir. Kürt partiler de daha çok politik taleplere odaklanmış, bu sorunu göz ardı
etmişlerdir.
AKP hükümeti de,
şimdilerde, sık sık, daha önceki
hükümetlerin yaptığı gibi ‘Doğu’nun ekonomik kalkınmasını’ dillendirmeye
başlamıştır. Ancak rakamlar son hükümet döneminde de durumun daha öncekilerden
farklı olmadığını göstermektedir. Birbiri ardına açıklanan ekonomik paketler,
“GAP’a yatırım getireceğiz” söylemleri, bir türlü uygulamaya konulmayan ‘atılım
hamleleri’, yardım adı altında siyasilerin direktifleriyle Doğu’ya yollanan
etler….Sonuç: Bölge illerinde işsizlik ve yoksulluk daha da derinleşiyor.
“Güvenlik” gerekçesiyle yapılan uygulamalar ve neo-liberal politikalar sonucu
köyünde çalışarak geçimini sağlayamayan insanlar, artık pamuk, fındık toplamaya başkalarının
tarlalarına giderek de yaşamlarını sürdüremez duruma geldiler. Bölgenin
çocukları, çaresizlikten Batı’daki büyük kentlerin çöplerini toplamaya
gönderiliyor. Köyler boş, okul yok, okul olsa da öğretmen yok, yol yok, zorunlu
göçle kentlere gelenler hala sokaklarda….
Öyle anlaşılıyor ki
yetkililer ya bu resmi görmek istemiyorlar, ya da gıda, kömür, Yeşil Kart gibi
yardımlarla bu işi çözebileceklerini düşünüyorlar. Kürt sorunu çözülmeden bu
Bölge’nin sosyo-ekonomik gelişme sürecine girmesi mümkün değildir. Öte yandan
ise, bütüncül, programlı ve kararlı sosyo-ekonomik gelişme politikalarının Kürt
sorununun politik çözüm sürecine katkıda bulunacağı kesindir.