Geçtiğimiz haftalarda İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi kıymetli bir rapor açıkladı. 24 Temmuz 2015- 24 Temmuz 2017 dönemi arasında meydana gelen insan hakkı ihlallerine ilişkin bu rapor, geçtiğimiz iki yılın korkunçluğunun sayılara dökülmüş bir ifadesi.
-Silahlı çatışmalarda 771 güvenlik görevlisi, 1307 silahlı örgüt militanı yaşamını yitirdi. 51 kişi ise çatışmaların ortasında kalarak yaşamını yitirdi.
-448 kişi güvenlik güçleri (asker, polis, köy korucusu) tarafından gerçekleştirilen/gerçekleştirildiği iddia edilen yargısızlar infazlar sonucu hayatını kaybetti. Bunların çoğunluğu sokağa çıkma yasakları sırasında gerçekleşen vakalar. Bu kişilerin 75’i çocuk.
-14 kişi zırhlı araçların çapması sonucu hayatını kaybetti.
-Silahlı örgütlerin eylemleri sonucu 64’ü Kürt illerinde olmak üzere, Türkiye genelinde 129 kişi hayatını kaybetti. Bölgede 14 kişi ise silahlı örgüt militanları tarafından alıkonulduktan sonra veya saldırı sonucu öldürüldü.
-Mayın ve çatışma atıklarından 15 çocuk yaşamını yitirdi. Sınır hatlarında açılan ateş sonucu ise 56 kişi hayatını kaybetti.
Toplamda bu iki yılda 2 bin 891 insan hayatını kaybetmiş durumda. 2 bin 891 can, 2 bin 891 yaşam! Yaralanan insanların sayısı da 3 binlere yakın.
Bu iki yılda ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve özel güvenlik bölgelerine de raporda yer veriliyor. Toplamda 4 bin 842 gün devam eden özel güvenlik bölgesi ilanları söz konusu. Sokağa çıkma yasaklarının gün olarak süresi sayılamamış bile. Bugün memleketim Sur’da yasağın 647. günü, siz varın gerisini hesap edin. Raporun “militanların cenazelerine yönelik uygulamalar” bölümünde tahrip edilen onlarca mezar, ailelerine teslim edilmeyen cenazeler, çıplak teşhir edilen cenazelere ilişkin bilgiler de var.
Bunlara boşaltılan köyler, yakılan ormanlar, işkence edilen insanlar, gözaltılar, tutuklamalar, ev baskınları, örgütlenme özgürlüğüne yönelik ihlaller, düşünce ifade özgürlüğüne yönelik ihlaller, ekonomik ve sosyal haklara ilişkin ihlalleri de ekleyince son iki yılın vahameti ortaya çıkıyor.
Ve tüm bunlar sadece tespit edilebilenler. Bu rakamları EN AZ kabul etmek gerektiği, çünkü tespit edilemeyenler de olabileceği rapora not olarak düşülmüş. Raporu hazırlarken sadece resmi rakamlar baz alınmış. Özellikle asker ve militan ölümlerine ilişkin rakamların çok daha yüksek olduğu belirtiliyor.
Bunlar savaşın istatistiklere dökülebilen hali. Ya dökülemeyenler? Tüm bu yaşananların yarattığı travmalar, yok olan, parçalanan aileler, yıkım, öfke hâli, dünyaya küsme hali, matem hâli, gelecekten bir beklentinin olmaması hâli ve bu yıkımın içinde ayakta kalmaya çalışma, hayatı sürdürme hâli…
Savaş çığırtkanlığının almış başını yürüdüğü bugünlerde, bu rakamlara tekrar tekrar bakmakta ve savaşın ağır bilançosunu gündeme taşımakta fayda var. Bu rakamlara bakarken sokağa çıkma yasağı sonrası gittiğim Cizre’de evladını kaybeden bir annenin dedikleri aklıma düşüyor:
“Türkler savaşın ne demek olduğunu bilselerdi, savaşı asla istemezlerdi. Ama bilmiyorlar. Çocuklarının buralarda neler yaptığını da bilmiyorlar. Keşke bilselerdi…”
Savaş çığırtkanlığı yapan cübbeliler, siyasetçiler, yazarlar, medya… Bir düşünün, savaşın ne demek olduğunu, gerçekten biliyor musunuz? Belli ki çok heveslisiniz deneyimlemeye. O zaman gencecik evlatların yakasını bırakın, sizler önden buyurun cepheye!
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 22.09.2017
No comments:
Post a Comment