Monday, August 29, 2016

"İnsan" nerede?

"İnsan" nerede?

Hepimizin midesi bulanıyor değil mi? En azından bir vicdanı, omurgası olan insanların.
44 can gitmiş, 100’den fazla insan yaralı ve karşımızda rengârenk balonlar, konfetiler arasında güle oynaya köprü açılışı yapan bir iktidar var. Çiçeği burnunda başbakan  “bugün bir bayram” diyor. O sırada İstanbul’da morgların önünde insanlar cenazelerini almaya, hastanelerde yaralılarını teskin etmeye çalışıyorlar. Atatürk havaalanındaki törende havaalanı çalışanları, yiten arkadaşları, canları için gözyaşlarına boğuluyorlar. İktidarın üyeleri  ise gösterişli selfie çekme yarışında.
Midemiz bulanıyor değil mi?

Yeni çözüm: Kürdün her şeyini yak!

Yeni çözüm: Kürdün her şeyini yak!

Geçen yıl temmuz ortalarında Cudi Dağı'nda askerlerin yaptığı top atışları sonucu büyük bir yangın çıkmıştı. O zaman bu yangına çevrecilerin tepkisizliğini “Endişeye gerek yok, yangın Cudi’de”  yazımla dile getirmiştim. O yangının yeni korkunç bir savaşın başlangıcı olduğunu, henüz daha insanların canlı canlı bodrumlarda yakılabileceğini ve bunlara bile sesiz kalınabileceğini bilmiyordum.
Aradan 1 yıl geçti. Neler görmedik ki bu bir yılda. Şehirlerimiz yerle bir edildi, gencecik insanlar bodrumlarda yakılarak katledildi, cenazeler parçalandı, aylarca yerlerde bekletildi…
Ama demek ki bunlar yetmemiş. Şimdi yine Kürdün dağı taşı bombalanıyor, ormanları yakılıyor. Ve büyük sessizlik halen devam ediyor.

Türkiye’de mültecilik, zor mu zor!

Türkiye artık bir göçmenler ülkesi. Afganlar, İranlılar, Afrikalılar, Suriyeliler, Iraklılar, Ezidiler… Milyonlarca göçmen Türkiye’ye daha çok Avrupa’ya geçecekleri bir geçiş ülkesi olarak geliyorlar. Türkiye farklı statüler vererek göçmenlik meselesini yönetmeye çalışıyor. Bazen hiçbir statü vermemek için “misafir” diyor, işin boyutunun “misafir”liği aştığını görünce “geçici koruma” diye statüler oluşturuyor, bu statüleri de istediği göçmen kitlesine veriyor, istemediğine vermiyor. Suriyeli göçmenler “geçici koruma statüsü”ne alınırken, Ezidiler alınmayabiliyor. Suriyeliler için kamplar kurarken, Ezidiler için kurmayabiliyor. Kısaca göçmenlerin arasında da ciddi bir ayrımcılık yapıyor hatta politikaları ile bu ayrımcılığı körüklüyor.

Devlet, Kürtlerin yaralarını sarmasına bile izin vermiyor!

Sokağa çıkma yasakları ile yakıp yıkılan bölge kentlerine düzenlenen yardım faaliyetlerine uzun süredir Rojava Derneği ve belediyeler üzerinden destek vermeye çalışıyorum. Gelin görün ki, yakılıp yıkılan bu yerlere destek vermek, yaralarını sarmak için işin ucundan tutmak hiç de öyle kolay değil!
Dün Celal Başlangıç Haberdar’daki köşe yazısında bu engellemelerin bir kısmını anlatmış, okumanızı tavsiye ederim.[1]
Aylar önce sokağa çıkma yasağı kaldırıldıktan hemen sonra gittiğim Cizre’de, insanların açlık sorununu çözmek için Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından yemek çadırı kurulmaya çalışılıyordu. Bu mutfağın  kurulmaması için ne tür engellemeler çıkarıldığına bizzat şahitlik ettim. Yine aynı hafta Cizre’ye bir şirket tarafından yardım amaçlı yollanan buzdolapları da Cizre’ye alınmadı. Aylardır büyük özveri ile sokağa çıkma yasağı bulunan bölgelerde çalışmalar yapan gönüllü arkadaşlardan da İdil’e, Silopi’ye destek amaçlı götürülen tencere ve tavaların bile nasıl engellenmeye kalkışıldığını, yerelde birçok sıkıntı ile karşılaştıklarını biliyoruz.

Bu ülkenin askeri, polisi, kaymakamı, valisi… Neye bulaştırılmak istendiğinizin farkında mısınız?



Bir yandan HDP milletvekillerine dokunmak için her türlü yol mubah sayılırken, öte yandan da hükümet askere dokunulmazlık getirmeye çalışılıyor. AKP’nin askere dokunulmazlık zırhı getiren kanun teklifi Meclis Savunma Komisyonu'nda bu hafta kabul edildi.
Özetlersek, tasarıya göre, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının yargılanması ve soruşturulması Başbakanın iznine bağlanacak. Bu izin mekanizması görevli personelin rütbesine göre çalışacak. Herhangi bir ilçedeki operasyonda görev yapan asker ya da kamu personelinin soruşturulması için ise kaymakam izni gerekecek. TSK, Bakanlar Kurulu kararıyla, bütün il merkezlerinde operasyonlara katılabilecek.

WHY CAN’T WE FIT GAYS AND TRANSSEXUALS INTO THIS HUGE WORLD?

WHY CAN’T WE FIT GAYS AND TRANSSEXUALS INTO THIS HUGE WORLD?

We fit murderers, thieves, rapists, child-abusers and any kind of foulness in this world. Why cannot we fit gays and transsexuals who do not have any designs on the rights of others? Why don’t we “stand up” for Hande as well, as we did for Özgecan?
Source: Nurcan Baysal, “Bu koca dünyaya eşcinselleri, transları neden sığdıramıyoruz?”, T24, 18 August 2016, http://t24.com.tr/yazarlar/nurcan-baysal/bu-koca-dunyaya-escinselleri-translari-neden-sigdiramiyoruz,15267
Hande was lost since August 6. Her friends and partner put out a missing persons report. She was found by the road in Zekeriyaköy. She was burned.
Hande Kader was a transsexual woman and a sex-worker. Last year, during Trans Pride, she demonstrated against police intervention by sitting in front of the anti-riot water cannon vehicle (TOMA). She was brave.

Wednesday, August 10, 2016

İki fotoğrafla Kürt sorunu

İki fotoğrafla Kürt sorunu

Önümde 2 fotoğraf.
Biri yıkık yanık Nusaybin’den servis edilmiş. Güzelim Nusaybin tamamen bir yıkıntı, harabe… Yıkıntıların ortasında askeri araçlar ve askerleri görüyoruz, hemen arkada yıkıntıların üzerine asılmış koca Türk bayrakları var. Ve bu yıkıntıların arasında komando marşı söyleyen özel timler görüyoruz.
İkinci fotoğraf ise pazar günü Diyarbakır’da çekilmiş. HDP’nin valilik tarafından engellenen mitingi, DBP il binasının önünde gerçekleşiyor. Binanın önündeki TOMA’ların önünde küçük bir çocuk. Bir elinde HDP bayrağı olan bu küçük çocuk, eliyle zafer işareti yaparak koca TOMA’nın önünde korkusuzca  duruyor.
Bir yandan yakıp yıktığı bir şehrin her tarafına koca bayraklar dikerek fotoğraf çektirip servis eden bir zihniyet, öte yandan karşıdaki bu zihniyete koca yüreğiyle zafer işareti çekip karşı duran  minik bir beden var.

Koca bir kent, Yüksekova yıkıldı, farkında mısınız?

Koca bir kent, Yüksekova yıkıldı, farkında mısınız?

Yüksekova (Gever) 78 gün süren sokağa çıkma yasağının ardından bir harabeye dönmüş durumda. İlçe yerle bir edilmiş. En az 5000 evin artık oturulacak durumda olmadığı söyleniyor, bu minimum 20.000 insanın evsiz kalması demek. Görüştüğüm Yüksekovalılar taş üstünde taş kalmadığını, Yüksekova’nın geri dönülmeyecek şekilde tahrip edildiğini belirtiyorlar.
Telefonla görüştüğüm HDP Hakkâri milletvekili Selma Irmak da bu görüşü teyit ediyor:
“Özellikle su tesisatları hedeflenmiş. Mahallelerin topyekûn elektrik tesisatları çökertilmiş.  İnsanlar buraya geri dönemesin, tekrar Yüksekova’ya yerleşemesin, bu hedeflenmiş. Zorunlu göçü hedefleyerek yıkıp yakmışlar.”

İlhan Çomak için: Yort savul!

…….
Önce gül bahçeleri ayak sesleri
Bunu soyutluyorum senin yankı dediğinle
Geçitler, ormanlar, kışın boz görüntüsü
Titreyen elim avucumda bunlar var.
Ey durağan yıldızlar
Bana bir iz verin bir yanıt
Bir müziğin akıp giden oynaklığını.
Yoruldum çünkü inip çıktığım basamakları saymaktan.
Bu dizeler İlhan Sami Çomak’ın “kedilerin yazdığı ilahi” adlı şiir kitabından. 2 yıl önce ortak arkadaşımız Berivan getirmişti şiir kitabını bana. Bugün kitabı tekrar açtım, ve 2 yıl önce üzerine düştüğüm notu fark ettim: Sabır da yorulur!

“90’larda köylerimiz yakıldı, şimdi şehirlerimiz yakılıyor, milletvekillerimiz meclisten atılsa ne olur”

Küçük oğlum Aras, politikayla oldukça ilgili. 7 Haziran akşamı halay çeken, 1 Kasım günü baraj altında mı kalıyoruz diye ağlayan ufaklığın dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilk tepkisi şu oldu:
"Anne bomba patlatmışlardı, biz yine de Meclis'e girmiştik, şimdi bizi attılar mı?"
Aras’a siz ne cevap verirdiniz bilmem, ama ben o günkü öfkemle“Evet, bizi attılar oğlum” dedim. “Ama mücadeleye devam edeceğiz”i de ekledim.