“Biz Ölülerimizin Kemiklerine Bile Çok Seviniyoruz”
Akşam geç vakitte Almanya’da yaşayan Kemal Pir’in yeğeni Ziya Pir’den bir telefon alıyorum. Babalarının kemiklerini arayan iki kız kardeşin yarın Almanya’dan Diyarbakır’a geleceğini ve onlara yardımcı olmamı rica ediyor.
İbrahim İncedursun’un kızları Yeşim ve Derya İncedursun ile böyle tanışıyorum.
Boks Ringlerinden Dağlara Uzanan Yaşam
İbrahim İncedursun Bingöl’ün Genç ilçesinden. İlkokulu Genç’te okuduktan sonra ortaokul ve liseyi Muş’ta okuyor. 1972 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi makine mühendisliği bölümünü kazanıyor. Spora meraklı bir genç. Üniversitede voleybol oynuyor, boks yapıyor. Henüz üniversite sıralarında bokstaki yeteneği ön plana çıkıyor. Üniversiteyi bitirince TEKEL’in boks takımına girerek kısa sürede milli boksör oluyor. Türkiye’yi yurtdışındaki müsabakalarda temsil ediyor, Avrupa boks şampiyonluğunu Türkiye’ye kazandırıyor. Kızı Yeşim o günleri anlatırken gözlerinin içi gülüyor:
“Hatırlıyorum o zamanlar babam canlı yayında, sürekli maçlarını izlerdim. Beni canlı maçlara götürürdü, jürilerde otururdum. Babam sürekli medyadaydı.”
1982’de İbrahim İncedursun takımdaki başka arkadaşlarıyla birlikte Çekoslovakya’da maça gönderilir. Sol görüşlü olduğu zaten bilinen bu sporcuların bir kısmı, maça gittikten sonra, haklarında “Çekoslovakya’da sol örgütlerle görüşmeler yaptılar” diye haberler çıkarılır. İşin boyutunun tehlikeli bir yöne evrildiğini fark eden İbrahim İncedursun istifa eder ve boks kariyeri son bulur. 2 kızı ve eşini de alarak memleketi Bingöl’e döner. Birkaç yıl Bingöl’de kaldıktan sonra, 1985 yılında Norveç’e geçer, 2 yıl sonra da ailesini Norveç’e götürür.
“Bunları yaşaması babamı siyaset konusunda daha aktif bir hale getirdi” diye anlatıyor Yeşim o günleri. Norveç’te bir yandan boks antrenörlüğü yaparken, öte yandan PKK’yi yakından tanıma fırsatı bulur. 1989’dan sonra PKK’nin çalışmalarına katılmaya başlar. Bu arada bir kızı daha olur. Bir müddet Londra’daki çalışmaları koordine ettikten sonra, Türkiye’de bir Kürt siyasal partinin kurulacağını duyunca çalışmalara destek vermek için Türkiye’ye geri döner.
Orhan Doğan, Ahmet Türk, Leyla Zana … gibi arkadaşlarıyla birlikte HEP’i kurarlar. Kendisi partinin genel sekreteri olur. Seçimlerde karşı çıkışlara rağmen Bingöl’den adaylığını koymakta ısrarcı olur. Bingöl’den seçilemez. “Belki Amed’den adaylığını koysaydı, babam bugün hayatta olurdu. O da diğer arkadaşları gibi cezaevine girerdi ama hayatta olurdu. Babam memleketimden koyacağım diye ısrarcı oldu” diye ekliyor küçük kızı Derya.
Faili meçhullerle birçok Kürt siyasetçinin kaybedildiği yıllardır. İbrahim İncedursun da birçok tehdit almaktadır, polis sürekli peşindedir. Öldürüleceğini anlayınca Türkiye’den çıkar, güneyde Zele kampına geçer. O yıllarda PKK’nin kurmaya çalıştığı Kürdistan Ulusal Meclisinin kuruluş çalışmalarına destek olur, öncülüğünü yapar ve meclis üyesi olarak örgüt içerisinde faaliyet gösterir. Uzun boyu, renkli gözleri ile oldukça popülerdir de. Dağlarda operasyonları bizzat yönetmeye başlar.
Babamın Sesi: “Beni anlıyor musun kızım? Bana söz ver kızım”
Ara ara Norveç’teki ailesini aramaktadır. Bu arada 3 kızdan sonra bir oğlu olmuştur. Bu oğlunu göremeyecektir. Eşinin yeni doğum yaptığı dönemlerde, 1994’ün ilkbaharında evini son kez arar. Her arayışında yaptığı gibi eşiyle konuştuktan sonra evin en büyük kızı Yeşim’i telefona ister:
“Annemle konuştuğu zaman ben evin büyüğü olduğum için benimle de konuşmak isterdi. Baktım ‘kızım’ dedi. ‘Sen beni dinliyor musun, iyi dinle’ dedi. Sanki her şeyin farkındaydı, bilmiyorum, ben 15 yaşındaydım. ‘Kızım beni iyi dinle, tamam mı’ dedi, ‘tamam baba’ dedim ‘seni iyi dinliyorum’. ‘Bak dedi sen evin en büyüğüsün akıllısın, sen ne olursa olsun ailenin yanında olacaksın’, dedi. ‘Sen anlıyor musun beni,’ dedi. Dedim ‘tamam baba, ben zaten buradayım, annemin kardeşlerimin ne ihtiyacı varsa onu yapacağım’ dedim. ‘Bana söz ver’ dedi, ‘okuyacaksın, sen de kardeşlerin de okuyacaksınız,’ dedi, ‘tamam baba’ söz dedim. ‘Bir söz daha istiyorum’, dedi. ‘Siyasete girmeyeceksin’ dedi, ‘tamam baba’ dedim. O sırada annem yeni doğum yapmıştı, bir oğlan bebek yeni doğmuştu, onu telefonda duydu, 3 kızdan sonra 1 oğlu olduğunu… ‘Sürekli anlıyorsun kızım değil mi, anlıyorsun değil mi’ diyordu. Babamın bu sesi hep kulağımda…”
Bu telefondan sonra İbrahim’den bir daha haber çıkmaz, ta ki 11 Temmuz 1994’e kadar…
Hürriyet Gazetesi: “İşte Size Kanıt”
11 Temmuz 1994 günü Hürriyet gazetesinin manşetinde bir ceset resmi vardır. Üzerinde de “İşte size kanıt” yazmaktadır. Hemen altında: “Bir zamanların milli sporcusu İbrahim İncedursun ölü terörist olarak bulundu” diye yazmaktadır. Erkek cesedin resmi oldukça büyük verilmiştir. Üstünde gerilla kıyafetleri olan bu resim İbrahim İncedursun’a aittir. Boynunda derin bir yara ve yaradan kan akmaktadır.
3 aydır endişeyle babalarını bekleyen İncedursun ailesinin tüm fertleri Hürriyet’in haberini görür. Resimdeki cesedi inceler dururlar, babalarıdır. Amcaları Hürriyet’te haberi yapan Ankara muhabirini bulur ve iletişime geçer. “Cesedi görmüş müdür, nerde görmüştür, İbrahim’in ölüsü nerededir” diye. Muhabir fotoğrafı kendisinin çekmediğini, resmin haberle birlikte masasına geldiğini ve kendisine bu haberi yap denildiğini söyler aileye.
“Hala gazeteyi saklıyoruz. Kocaman bir ceset fotoğrafı. Biz çocuklar da o gün o haberi gördük, dünyamız yıkıldı. Hiç kimse bir şey bilmiyor, hiç kimse bir şey anlatamıyor, hiçbir taraftan bir bilgi yok. Senelerce bu haberin peşinde koştuk. Kimi diyor ki fotomontaj… sonra bir haber geliyor babanız cezaevinde diye, onun peşinden gidiyoruz. O zamanlar nenem hayattaydı, her haberin peşinden gidiyorduk. Anneme haber geliyordu, bilmem kim burada görmüş diye, bizi yine ümitlendiriyorlardı sonra yine haber doğru çıkmıyordu. Ceset resmi babama aitti ama yine de bir umut, gelen her haberin peşine koşuyorduk. Yıllarca böyle psikolojimizi mahvettiler”.
İncedursun ailesi Norveç’te biri yeni doğmuş bebek olmak üzere 4 çocukla yapayalnız, kimsesiz kalakalırlar. Çocuklar babalarına söz verdikleri gibi en iyi yerlerde okurlar. Meslek sahibi olurlar. Ama babalarının ruhu onlara hep eşlik eder. 2000’li yıllarla birlikte ortam biraz sakinleşince babalarının kemiklerini arama çalışmalarını yoğunlaştırırlar. İtirafçı olan eski bir gerilla kadın, babalarını ölen bir grup gerillayla birlikte kendilerinin gömdüğünü söyler. Bunun üzerine kızlar babalarının kemiklerini bulmak ümidiyle bu hafta Diyarbakır’a gelirler.
“Ölülerimizin Kemiklerine Bile Çok Seviniyoruz”
Havaalanına iner inmez, çarşıdan bol kürek kazma alarak Lice Genç arası Murtazan Köyüne giderler. Cesetleri gördüklerini söyleyen 2 köylüyle birlikte 7-8 km.lik bir yürüyüşle babalarının öldürüldüğü kırsal alana geçerler. Köylülerin gösterdiği 300 m2 lik bir alanı 2 kız kazmaya başlarlar.
İncecik, dünya güzeli bu 2 kız kardeş, ben onlarla buluştuğumda önceki gün gece yarısına kadar yaptıkları kazıdan gelmekteydiler.“Çok yorucu bir şey sonuçta, sadece birkaç elbise parçası bulduk, ama o elbise parçalarının kemiklerini bulamadık, kaymış bir yere doğru gitmiş olabilir diye düşünüyorum. Her yeri kazman lazım, alan çok geniş. Bu gerilla elbisesi babamın olabilir, diğer öldürülen gerillaların olabilir” diye anlatıyor büyük kız.
“Peki ne yapacaksınız?” diye soruyorum.
Yeşim cevaplıyor: “Bir detektör bulsak, o alanda nerede ceset olsa bize haber verir diye düşünüyoruz. Bugün detektör araştırdık bulduk ama şimdi detektör kullanmayı bilen birini arıyoruz. Yine de daha 5 günümüz var burada, dönene kadar kazma kürekle kazmaya da devam edeceğiz”
“Böyle yaşamak çok zor. Son 20 senedir belki bir günümüz bile babamızı düşünmeden geçmedi. Bir gün hayatta olduğunu, bir gün gelebileceğini düşündük hep. Onun kemiklerini bulur, onu güzel bir yerde yatırırsak hem o rahat uyuyacak, hem de biz rahat uyuyacağız. Düşünebiliyor musun, biz kendi ölülerimizin kemiklerine bile çok seviniyoruz. onun kemiklerini bulmak bizi o kadar sevindirecek ki…”
Soruyorlar ya “Kürtler ne istiyor” diye, bazen sadece ve sadece sevdiklerinin kemiklerini…
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 07.10.2014
No comments:
Post a Comment