Wednesday, January 1, 2014

Ben Zaten O Gün Öldüm

Ben Zaten O Gün Öldüm

Roboski’den sonra anlamsızlaştı tüm “yeni” ve “eski” yıllar. Dünya oldu yoksul, dünya oldu boş, dünya oldu acı. Her yeni yıl oldu koca bir yalan.
28 Aralık 2011 kara bir tarih olarak yazıldı bu ülkenin hanesine. Saat 21:30-22:30 sularında Şırnak’ın Uludere ilçesi (QILABAN) Roboski (Ortasu) ve Bujeh (Gülyazı) Köylerinden çay ve mazot getirmek için Irak sınırına geçmiş ve dönmekte olan çoğunluğu çocuk 34 kişi Türkiye-Irak sınırının sıfır noktasında Türk Hava Kuvvetlerine ait uçakların bombardımanı ile katledildi.
Ana akım medya uzunca bir süre sessiz kaldığı katliamı sosyal medyada yaygınlaşmasının ardından gündemine almak zorunda kaldı. Roboskililer katliam sonrası olay yerine koşmuş, çocuklarının parçalanmış cesetlerini toplamış, katırların üzerine koymuş, hiçbir yetkiliden yardım görmeksizin çocuklarının cesetlerini ağıtlar yakarak köylerine getiriyorlardı. Katliamdan yaralı kurtulanlar da 12 saat boyunca yardım gelmediği için öleceklerdi. Katliam sonrası Batı medyası, günlük 50 lira yevmiye için, o günkü ekmek parası için, kardeşini okutabilmek, kitap alabilmek için, askerdeki abisine harçlık yollayabilmek, kısacası devletin sorumluluğunda olması gereken tüm bu işler için sınıra gitmek zorunda kalan bu insanları hiç utanmadan kaçakçı ilan etmişti. Onlar kaçakçılardı. Katledilebilirler, parçalanabilirlerdi, çünkü onlar Kürtlerdi.
Olay tüm çıplaklığıyla ortada olmasına rağmen cezasız kaldı. Uzunca bir süre heron görüntüleri verilmedi. Kamuoyunu iknaya “kaçakçı” lafı yetmeyince “terörist sanıldı” dendi; o da yetmeyince “teröristlere yardım ediyorlardı” lafı dolaşıma sokuldu. İçişleri Bakanı bu korkunç katliamın ardından "O 35 kişi zaten figürandı, onlar PKK'ya kaçak mal taşıyordu, zaten öldürülmeselerdi de yargılanacaklardı" diyebildi. İçişleri Bakanı’na göre “Roboskili çocuklar büyük resmin birer figüranlarıydılar, önemli olan bu çocuklar değil, büyük resme bakmaktı. Büyük resim örgütün kaçakçılıktan elde ettiği gelirdi”. Başbakan daha da ileri gidecek, Roboskili çocukların “PKK’lı olabileceklerini” ima edecekti.
Kamuoyu yine ikna olmayınca, bu sefer aziz Türk devletinin ekonomik desteğini devreye koydular. 50 lira için her gün sınıra gitmek zorunda olduklarına göre zaten yoksuldu Roboskililer. Planlar yapıldı. Roboskili ailelere herkese verdiklerinden üç kat daha fazla tazminat vereceklerdi. Ama ummadıkları bir şey oldu. Roboskililer “satılık çocuğumuz yok” diyerek tazminatı kabul etmediler. Tazminat değil, sorumluların bulunup yargılanmasını istiyordu Roboskililer.
Bu noktadan sonra Roboskililer artık susturulması gereken, BDP ve PKK tarafından kullanılan bir gruba dönüşüverdi iktidarın gözünde. Her geçen gün yeni kelimeler eklediler lügatlerine…
 “Otomata mı bağlayacağız bu işi (özür dilemeyi)”
“Kaçakçıların hiçbiri bu bombalara basmıyor. Bunlar ceset avcısıdır”
“Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir”.
Daha da ileri gitmezler dediğimiz her noktada daha ileri gittiler. Hasbelkader katliamda sağ kalanlara, katliamı anlatanlara takıldı gözler bu sefer. Çok konuşuyorlardı, susturulmalıydılar. Roboskililer bir yandan 34 canlarına ağıt yakarken öte yandan kalan çocuklarını da cezaevlerinde bulmaya başladılar. Sık sık cezaevini ziyaret eder oldular. Yine yetmedi. Roboski’nin dışındaki Roboski destekçilerini de susturmak gerekiyordu. Batıda, üniversitelerde katliamı protesto eden öğrenciler hatta imamlara kadar cezalar verildi, ama katliamı yapanlara sıra bir türlü gelmedi.
Katliamı kapatmak için çırpındıkça çırpındılar, çırpındıkça battılar. Halen de batıyorlar…
Ben bu batışı izlemiyorum bile.
Roboski’den sonra nedensiz yaşarır oldu gözlerim. Bu ülkeyle son bağlarımı da yitirdim. Katırların üzerinde gördüğünüz sadece çocukların parçalanmış cesetleri değildi, insanlık onurumuzdu aynı zamanda. Roboski’den sonra inancım kalmadı bu ülkeye… Anlamsızlaştı kardeşlik şarkıları… O günden beri sadece siyah giyen Roboskili analar gibi, kara bir yasa döndü ruhlarımız, yas kapladı tüm Kürtleri. Bir Roboskili ananın dediği gibi:
“Yastaydık. 34 canımız birden yitip gitmişti. Ama bu durum kimsenin keyfini bozmadı. Hiçbir şey olmamış gibi, 34 can katledilmişken ülkenin dört bir yanında yılbaşı kutlamaları yapılıyordu. Ben zaten oğlumun ölüm haberini aldığımda öldüm. Hani derler ya bazen, insanlık bitti; işte o an insanlığın gerçekten bitmiş olduğunu anladım. Ben zaten oğlum katledildiği gün öldüm. Ancak bu kadarını beklemiyordum. Bunlar gerçekten insan değil. Şeytanda bile böyle bir olay karşısında göz olsa bakar, kulak olsa duyar, dili olsa konuşur, ama bunlar dilsiz, kör ve sağır şeytanlar… Bize bunu niye yaptılar Kürt olduğumuz için mi?” (1)
Göz bakmadı, dil konuşmadı, kulak duymadı…
Roboski’den sonra anlamsızlaştı tüm “yeni” ve “eski” yıllar. Dünya oldu yoksul, dünya oldu boş, dünya oldu acı. Her yeni yıl oldu koca bir yalan.
Çırılçıplak, parçalanmış, bembeyaz karın üstünde, buz gibiyim… “Ağlama Anne, Güzel Yerdeyim”. 

[1] http://birgun.net/haber/iki-elim-yakalarinda-8830.html

NURCAN BAYSAL

*As published in BIANET on 28.12.2013

No comments:

Post a Comment