ŞEMSA ÖZAR yazdı:
O Gün: Kürtlere Dair Bir KitapO Gün, devletin muktedir olmak için yakıp yıktığı, silahlı, silahsız her türlü hâkimiyet kurma ve asimilasyon stratejisini uyguladığı bir coğrafyada boyun eğmeyen bir halkın hikâyesi.
1990’ların ilk yarısı, Türkiye Kürdistanında devlet güçlerinin PKK’ye karşı bölgede hâkimiyet sağlamak için binlerce köyü boşalttığı, yaktığı, yıktığı yıllar. Köylülerin, ya devletin safına geçerek korucu olmaya ya da köylerini terk etmeye zorlandığı yıllar. Bir milyonun üzerinde insanın ait olduğu toprakları, evlerini, tarlalarını, hayvanlarını, hatıralarını, ölülerini arkada bırakıp bilinmeze doğru yola düştüğü yıllar. Kavar Havzası köylüleri de aynı geçmişi paylaşıyor; köyleri boşaltılıyor, yakılıp yıkılıyor.
Nurcan Baysal, İletişim Yayınları’ndan çıkan O Gün başlıklı kitabında İstanbul, İzmir, Mersin gibi illere göçmek zorunda bırakılan Kavar köylülerinin, on yılı aşkın bir süre sonra köylerine geri dönüşlerini ve yeniden hayatı kurma çabalarını aktarıyor. Zorla yerlerinden edilen Kürtlerin büyük bir çoğunluğunun henüz yerlerine yurtlarına dönmediklerini/dönemediklerini biliyoruz. Devlet tarafından köye dönüşlerle ilgili olarak, köy boşaltmaları sırasındaki zarar ziyanı karşılamak üzere Tazminat Yasası ve Köye Dönüş programları hazırlanmış olmasına rağmen, bu yasa ve programlar maddi açıdan son derece yetersiz kalmıştır. Buna ek olarak, birçok bölgede, aynı Kavar’da olduğu gibi, devletin kolluk kuvvetleri, jandarma ve özel harekât birlikleri dönüşleri engellemiştir.
Kitapta, bir Kavarlı bu süreçte niye tazminat alamadıklarını tüm açıklığıyla dillendiriyor: “15 yıl sonra köye dönüş projesi çıktı. Bize dediler ki şu kâğıdı imzalayın. Kâğıtta köyü PKK’nin yaktığı yazıyordu. Kabul etmedik. Onlar yaksaydı, onlar yaktı derdik ama devlet yaktı.”
Aslında kitabın çıkış noktası, yazarın belirttiği gibi “kalkınma”nın ne olduğu, varlığı/yokluğu, yararı/zararı üzerine bir sorgulama. Nurcan Baysal, yıllar boyunca bölgede kalkınma konusunda yaptığı çalışmalardan hareketle, Kavar Havzası’nda yeni başlatılacak bir “kırsal kalkınma” uygulamasının yolunu açmaya çalışıyor; uygulamanın başarılı olması için neler yapılması gerektiğini sorguluyor.
Amartya Sen, 1999 yılında basılan Özgürlükle Kalkınma kitabında, ana akım iktisat disiplininin kalkınmayı bireylerin gelirlerindeki artışı merkeze alarak açıklamasına karşı çıkarak, kalkınmanın belirleyici öğesinin bireylerin değer atfettiği bir hayatı yaşamak olduğunu yazar; insanların değerli buldukları bir yaşamı yaratma sürecindeki “yapabilme”, “eyleyebilme” kapasitelerinin genişlemesi olarak ele alır. Bu yapabilme/eyleyebilme kapasitesinin genişlemesi de, Sen için, özgürlükler alanının genişlemesini ifade eder. Değer verdiğimiz şeylere erişim özgürlüğümüz var mı?
Değer verdiğimiz türden bir yaşamı kurma özgürlüğümüz var mı?
İnsanların yapabilme/eyleyebilme kapasitelerinin genişlemesi eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi belirli temel hizmetlere erişim kadar, üzerlerindeki baskı ve zulmün ortadan kaldırılmasına da bağlıdır. Sen’e göre, bu değişimi yaratacak olan fail, bireyin kendisidir. Sen’in bu yaklaşımı bireyi odak noktasına koymakla beraber, birey toplumsal bir bağlam içinde ele alınır. Bireyin değer verdiği bir yaşamı seçme ve kurabilme imkânı, benzer bir yaşamı değerli bulan ve kurmaya çalışanlarla birlikte hareket etme olanağına bağlıdır. Kalkınmayı, özgürlüklerin genişlemesi olarak yaşamak kolektif olarak hareket etmeyi gerektirir. Bu kolektif etkileşim sadece birlikte fayda sağlamanın değil, aynı zamanda kim olduğumuzun, kimliklerimizin, değerlerimizin ve hedeflerimizin de merkezindedir. Benzer biçimde, bu kolektif etkileşim birey olarak değerli bulduğumuz bir yaşamın ne olduğunu anlamamız için de gereklidir.
Bu ülkede ise, yüz yılı aşkın bir zaman süresince varlığını sürdüren Kürt meselesinin Doğunun azgelişmişlik sorunundan kaynaklandığını çok dinledik.
Bu iddiaya göre, eğer devlet Doğuya kendi bildiği biçimde bir kalkınma programı uygulasaydı ve insanların gelir düzeyleri yükselseydi, başımıza Kürt meselesi diye bir mesele çıkmayacaktı. Bu kitapta anlatılan Kavar havzasının hikâyesi (Türkiye Kürdistanının hikâyesi de diyebiliriz) bu sığ değerlendirmeyi yerle bir ediyor. Kavarlılar büyük şehir yaşamını terk ederek, taş üstünde taş kalmamış, sürekli jandarma ve özel timin taciz ve hakaretlerine maruz kaldıkları bir yaşamı seçiyorlar. Özgürlük alanlarını, kolektif kimliğin onlara sunduğu eylemlilik ile açıyorlar. Her türlü engel ve engellemeye rağmen yaşamı kendi topraklarında kurmayı seçenlerin failliğine ve kurulmakta olan bu yaşamın ezilmeye, yok edilmeye çalışılan bir kolektif kimlik üzerine inşa edilmesine şahit oluyoruz Kavarlılar’ın mücadelesinde. Kavarlılar, kolektif kimliğin verdiği güçle kendileri olmaktan vazgeçmeden özgürlüklerinin önünü açıyor.
Her sabah gün ışırken, bir minibüste üst üste, özgürlüklerin zalimce yok edildiği mekâna yapılan fiziksel ve duygusal yolculuk bir birlikteliğin yolculuğu. Sevdiklerinin acımasızca katledilişini; ezilmenin, aşağılanmanın, hakarete uğramanın her türlüsünü birlikte yaşamış; direnişi, mücadeleyi birlikte göğüslemiş olmaktan geçen bir birliktelik. Tehlikeli dönemeçlerde sınanmış, örselenmiş ama yolda kalmamış, yılmamış bir birliktelik.
Kavar köylülerinin bu yolculuğunu anlatırken, Nurcan Baysal, ortak tarih içindeki kendi öznelliği ile, bir Kürt kadını olarak, kendi yaşam yolculuğunu onlarınkiyle harmanlamaktan uzak duramıyor. Kavarlılar’ın birlikteliğine katılıyor. Bireysel geçmişi, toplumsal geçmişten soyutlamanın imkânsızlığını gösteriyor bize. Onunla da kalmıyor, tarihi silemeyeceğimizi de hatırlatarak, Kavar köylerinin bir zamanlar Ermenilerin de yurdu olduğunu, onların da bu ülkenin “güvenliği”nin sağlanması adına yok edildiğini Kavar köylülerinin hatıralarından aktarıyor.
O Gün, devletin muktedir olmak için yakıp yıktığı, silahlı, silahsız her türlü hâkimiyet kurma ve asimilasyon stratejisini uyguladığı bir coğrafyada boyun eğmeyen bir halkın hikâyesi.
En derin acıları çekmiş, o zulmün içinden yara alarak da olsa, kendi olmaktan vazgeçmeden çıkmış bir halkın direniş hikâyesi. Sadece dayanışmanın değil, her türlü hıyanetin de yaşandığı bir coğrafyada hem birey olarak, hem de birlikte kendi olmak, özgür olmak için başkaldıranların öyküsü bu. Aslında, duble yollar, köprüler, HES projeleri değil, tam da Kavarlı köylülerin gerçekleştirdiği şey kalkınma. Özgürlüklere açılan yol... (ŞÖ/HK)
*As published in BIANET on 18.02.2014
*As published in BIANET on 18.02.2014
No comments:
Post a Comment