Kürdistan’da tank, top ve psikolojik savaş elele!
“Psikolojik harekât çalışmaları çerçevesinde bazen sahte örgüt bildirileri yayınlanarak bunlar el altından sağa sola bırakılırdı. Amaç halkın örgüte olan güvenini sarsmaktır. Halk arasında sevilip sayılan ve örgütle bağlantısı olan önemli şahsiyetlerin özel telefon konuşmalarına bazı konuşma montajları yapılıp halka dinletilirdi. Bazı dernek ve dergi bürolarının kapısına sahte Hizbullah bildirileri ve tehdit içerikli mektupların bırakılması… farklı yöntemler vardı.”
Bu sözler PKK’den ayrıldıktan sonra, itirafçı olan ve JİTEM’in 7 kişilik ana kadrosunda yer alan, birçok faili meçhul cinayette yer aldığını itiraf eden Abdülkadir Aygan’a ait. 1990’larda devletin Kürt halkı üzerinde psikolojik savaş taktiklerini Abdülkadir Aygan görüşmelerinde detaylı anlatıyor. Yöntemler öylesine derin ve çeşitli ki, JİTEM içerisinde bir Psikolojik Harekat Birimi bile oluşturuluyor.
Bugün de devlet Kürdistan’da sadece tankı topuyla değil, psikolojik bir savaş da yürütüyor. Bunu çeşitli yöntemlerle, zaman zaman da Kürtlerin içinden insanları kullanarak yapıyor. Kürtlerin bir kısmı da bilinçli ya da bilinçsizce bunlara alet oluyor.
Bu yöntemlerin başında toplumdaki bazı kurum ve kişileri itibarsızlaştırmak geliyor.
Özellikle HDP milletvekilleri, parti yöneticileri ve toplumun ileri gelenlerine yönelik geliştirilen bu psikolojik harpta kullanılan ana argümanlar “Onlar jipe biniyor”, “Sizi savaşa sürüklüyorlar, onlar sıcak villalarında…” gibi sözler. Bu dili niye kullanıyorlar, amaçları ne bunu düşünmek lazım. Hükümete yakın yandaş kalemler de sürekli bunları işleyerek bu psikolojik savaşta yer alıyor.
Bunların benzerini Batı’da da kullanmadılar mı, hem de defalarca… Hatta bu muhabbet taa 1960’lara kadar gidiyor. O dönemde Adalet Partisi milletvekili Osman Zeki Efeoğlu, İşçi Partisi milletvekili Çetin Altan’ı kastederek şöyle diyor: “Köylünün ve işçinin durumlarını bir elinde viski, bir elinde Salem sigarası bulunan Çetin Altan değil, onların içinden çıkan bizler biliriz.”Kısaca yıllardır bu ülkede aynı senaryo dönüp duruyor.
Şimdi oyun HDP milletvekilleri için sahnede. Protesto ve eylemlerde “Nerede bu milletvekilleri?”diye soran bir kitle oluşturmaya çalışıyorlar. “Halk ölüyor, milletvekilleri koltuklarının peşinde…” “Halk ölüyor, milletvekili jipe biniyor…” “Halk ölüyor, milletvekilleri sıcak evlerinde…” Tüm bu sözler, bilinçli olarak yaratılan bu psikolojik savaşın unsurları.
Nerede bu milletvekilleri?
Şöyle bir bakalım, nerede bu milletvekilleri:
Kimisi sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelere girmeye çalışıyor, kimisi açlık grevinde, kimisi gaz yemiş hastanede, kimisinin evinin kapısını asker elinde çekiçle kırıyor, evine giriyor, kimisi Ofis’in göbeğinde yerde oturmuş, Suriçi’ndeki sokağa çıkma yasağını protesto ediyor, gaz yiyor, kimisine özel tim silah çekiyor, son anda ölümden dönüyor… Bu milletvekilleri burada, bu halkın içinde, bu mücadelenin içindeler. Akşam yattıkları evin daha sıcak, daha konforlu olması, onların bu halkın içinde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Onların kalbinin bu halk için attığı gerçeğini değiştirmiyor. Bu hareket kimseye taht ya da baht vaat etmiyor, olsa olsa zindan ya da ölüm vaat ediyor. Onlar da bu riski alarak bu mücadelede yer alıyorlar.
Bu psikolojik harpteki bir diğer yöntem toplum katmanları arasındaki çelişkileri, farklılıkları arttırmaya çalışmak. Mesela Suriçi yanarken, esnafın ya da iş dünyasının tek derdi ekonomiymiş gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Oysa Suriçi’ndeki 11 bin esnafın çoğu günlük geçimini sağlayarak yaşayan insanlar zaten. Kürt iş insanlarının ciddi bir kısmı da yaşanan bu kara günlerde önceliklerinin ekonomi değil, ölümleri durdurmak olduğunu yüksek sesle sürekli söylüyorlar. Buna rağmen, yandaş medya ve kalemler maalesef iş dünyasının bu çerçevede hükümetle yaptığı her görüşmeyi sanki iş dünyası kendilerine yönelik ekonomik destek için uğraşıyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. İş insanları kendi çaplarında bölgedeki yangına bir tas su dökmek için uğraşırken, “Kürt iş dünyası ekonomik tedbirler için Ankara’da” gibi manşetler atıyorlar. Oysa Kürdistan’da Kobane’nin yeniden inşasından, Şengal kamplarına kadar birçok yerde Kürdistanlı iş insanlarının desteği var. Tabii ki iş insanları kâr etmek için çalışır, ama sadece o yanlarını ön plana çıkararak, özellikle Kürt meselesi bağlamında kendi çıkarlarını kollamaktan başka amaçları olmazmış/olamazmış gibi sunarak ne yapılmak isteniyor, bir düşünelim?
Kürtleri santim santim ayrıştırmaya çalışmak
Son zamanlarda bu psikolojik savaş içerisinde en çok yaratılmaya çalışılan da Diyarbakır’ın yoksul semtlerinin bu işin yükünü çektiği, zengin semtlerinde ise hayatın son hız akıp gittiği. Bu sefer topun ağzına konulan semt ise “Kayapınar”. Söylenen şu: “Suriçi’nde halk ölürken, Kayapınar’da halk kafelerde keyif yapıyor.” Kimdir Kayapınar’da oturanlar, daha yakından bakalım:
Mesela benim Kayapınar’da oturan bir öğretmen arkadaşım var. Eşininkiyle birlikte eve 2 maaş giriyor, zor koşullarda 20 yıllık kredi alıp evini aldı, her gün Kayapınar’dan eyleme gider, maaşının bir kısmını da düzenli olarak Kobane’ye yollar. Uzun yıllar Bağlar’da oturduktan sonra, zar zor para buluşturup Kayapınar’da ev almış küçük esnaflar var. Diyarbakır’ın mahallelerinde, bölgedeki köylerde, kamplarda yaşamını geçiren yüzlerce insan Kayapınar’da oturuyor. Bazıları ise onların tüm yaşamını hiçleştirerek, tüm bu mücadelelerini gözardı ederek Kayapınar’da oturuyor diye onları topun ağzına koymaya çalışıyor. Kayapınar’da oturan zengin bir avukat, iş adamı da olabilir. Bu onların Kürdistan’daki mücadeleye sırtını döndükleri, yanı başında evlatları ölürken rahat uyudukları anlamına mı geliyor?
Hükümete yakın kesimlerin ağızlarına doladıkları bir başka yerleşim yeri HDP-BDP parti yöneticilerinin bir kısmının da oturduğu Dicle Vadi Villaları. Suriçi’ndeki halk orada aç açıkken, burada oturanların hayatı güllük gülistanlık mı sizce? Kürdistan yangın yerine döndüğünden beri bu villalarda insanlar rahat mı uyuyor, buralarda yaşayanlar bu kadar duyarsız mı? Bu evlerin hangisine giderseniz sadece büyük bir üzüntü görmeyeceksiniz, bu evlerde Suriçi, Silvan, Nusaybin için seferber olan, hayatlarını mücadeleye adamış birçok insan da göreceksiniz.
Kürt meselesi bağlamında mücadelenin içinde olup olmamayı, sahip olunan maddi varlıkların büyüklüğü üzerinden kurmak bence çok yanlış. Tabii ki hepimiz aynı değiliz. Tabii ki aramızda anlaşmazlıklar, çatışmalar da olabilir. Tabii ki bir emekçi hakkını vermeyen bir kapitaliste hesap soracak. Ama, bu hesap sizce neden Kürt meselesini savunmak ya da savunmamak üzerinden soruluyor? Neden Kayapınar’da, Dicle Vadi Evlerinde, Hamravat’ta yaşayanların elinden Kürtlerin özgürlük ve adalet talebinin öznesi olmaları gasbedilmek isteniyor.
Yeni Metinerler
Bu psikolojik savaş, onlarca yıldır devletin yaptığı bir şey zaten. Maalesef hükümete yakın bazı Kürtler, Kürt özgürlük hareketinin öznesi olan, bu uğurda siyaset yapanları dilsizleştirmeye çalışıyor, hatta daha da ileri gidip insanları hedef gösteriyorlar. Hızla Metinerleşen, hükümete yakın bu “makbul” Kürtler, insanların hayatları boyunca verdikleri mücadeleyi değersizleştirmeye çalışıyorlar. AKP iktidarı ile toplumda kendisine yer edinen bu yeni Metinerlere Tahir Elçi’nin katledilmesi demek ki yetmemiş… Zulüm yapan iktidara ses çıkarmaya cesareti olmayınca insanın, “Zulüm var” diye bağıranları hedefe koymak daha kolay bugünlerde. Hele ki iktidardan nemalanıyorsa…
Bu yeni Metinerler, sadece “biat eden Kürt” isteyen bir devlet varken, hedefi de hemen tutturuyorlar. Bunlardan birinin hedef göstermesi sonucu örneğin, geçen hafta evimin resim ve adresinin sosyal medyadan paylaşıldığını görüyorum.
Bu yeni Metinerler, sadece “biat eden Kürt” isteyen bir devlet varken, hedefi de hemen tutturuyorlar. Bunlardan birinin hedef göstermesi sonucu örneğin, geçen hafta evimin resim ve adresinin sosyal medyadan paylaşıldığını görüyorum.
Kürtlerin içinde de tabii ki sınıflar var. Doktoru, işçisi, işvereni, avukatı, tüm bunlar var. Bu verilen mücadelenin bir halk mücadelesi olduğu gerçeğini değiştirmez. Ortada dolaşan kirli bilgi maalesef çok. Özellikle Diyarbakır merkezli bu psikolojik harp ile, devletin bir halka tankla topla saldırısı muğlaklaştırılmaya çalışılıyor. Diyarbakır’ın her tarafı bu savaşa hizmet edenler tarafından kirli bilgiyle dolduruluyor. Dedikodu kazanı sadece zulmedenin işine yarıyor. Oysa öne çıkması gereken bir toplumsal direniş var. Bir topluma devlet tankıyla topuyla savaş açmış. Hangi Kürt sıcak evi de olsa rahat uyuyabilir, hangi Kürt evladı ölürken mutlu olabilir!
Bu zulmü yapanlara ve bu psikolojik savaşın Kürtler içinde ya da dışında yürütücülerine verilecek en önemli cevap beraber yan yana yürümek, bu zor günlerde dayanışmaktır. Şu an bu zulmü yapanların hayali Kürtlerin birbirine girmesi, binlerce Kürdün, Kürt hareketine karşı yürümesidir. Bırakın bu hayali kuranların hayalleri kâbus olsun!
Suriçi’ndeki, Cizre’deki, Nusaybin’deki, Silopi’deki halk yalnız değildir. Tankın topun altındaki insanlarımız yalnız değildir. Bu şehirde yaşayan binlerce öğretmen, doktor, avukat, iş insanı, işçi, milletvekili herkesin kalbi onlarla atıyor. Evlatlarımız bizim için, biz evlatlarımız için… Kürtlerin özgürlük, adalet mücadelesine inanmış, bu uğurda elinden geleni yapan insanları, santim santim ayrıştırmaya çalışan herkes de bunu böyle bilsin!
Nurcan Baysal
*As published in T24 on 21.12.2015
No comments:
Post a Comment