Sunday, December 22, 2013

İrlanda İzlenimleri 3: Barış Antlaşmasından Sonra

Barış Antlaşmasından Sonra

Barış süreciyle birlikte tutsak erkeklerin eve dönünca birçok çocuk yıllar sonra babasını görüyor. Aile içi şiddet artıyor. Savaş döneminde tacize uğrayan birçok kadında alkolizm ve uyuşturucu kullanımı sorunları başlıyor.

İstanbul - BİA Haber Merkezi
20 Aralık 2013, Cuma 00:01
Demokratik Gelişim Enstitüsünün düzenlediği Çatışma Çözümünde Kadınların Rolü konulu çalışma gezisinin ikinci gününde Belfast’taki Kuzey İrlanda parlamentosuna giderek bir zamanlar en çok aranan “terörist”i ve bugün Sien Fein’den milletvekli olan Chrissie McCauley ile Sien Fein Lideri Gerry Adams’ın odasında görüşüyoruz.
McCauley 7 yıldır parlamentoda görev yapıyor. 15 yaşından beri hareketin içinde olduğunu belirtiyor. “1969’da İngiltere ordusunun gelip bizlere saldırmasına bir tepki olarak sokaklara çıktık. İngiltere ordusu evlerimize kadar girdi. İnsanlar evlerinden çıkarıldı, bizlere ayrımcılık yapıldı. Oy kullanma hakkımız elimizden alındı. Ben de sokaklarda insanların haklarını savunmaya başladım. 1975’te Dublin’de cezaevine atıldım. O dönem hapisteki tek kadın siyasi tutukluydum. Hapisteyken diğer tutuklular için mücadele verdiğim için  sürekli ceza alıyordum. Thatcher politikaları yüzünden hapiste açlık grevleri oluyordu, dışarıdaki kadınlar da bu protestolara katıldı. Hapishanelerde çok acı çekildi. Thatcher’ın politikaları yüzünden hapishanelerdeki açlık grevinde yoldaşlarımızı kaybettik. 79’da hapisten çıktım, Sien Feine katıldım” diye özetliyor siyasi geçmişini.
İrlanda’da 1998’de imzalanan Hayırlı Cuma antlaşması, halk arasındaki deyimiyle Barış Antlaşması sonrası neler yapıldığı gezi boyunca ele aldığımız konulardan biriydi. McCauley çatışmayı oluşturan nedenlerin birçoğunu tartışmadan barış anlaşmasını imzaladıklarını, birçok konunun barış anlaşmasından sonra tek tek ele alınmaya başlandığını belirtiyor. Bu süreçte sivil toplum, özellikle de kadın merkezleri önemli işlevler görüyor.
Çatışma sürecinde çoğunlukla erkeklerin tutsak olmasından dolayı kadınlar hem aileleri hem de yerel topluluklarını bir arada tutmaya çalışıyorlar. Öte yandan çatışan 2 toplum arasındaki sınırlı ilişkiyi de kadınlar devam ettiriyorlar. Savaş döneminde birçok kadın okula gidemiyor.  Barış anlaşması sonrası artan kadın merkezleri çocukların okul sorunu gibi daha çok sosyal konularla ilgilenmeye başlıyorlar. Yine kadınlar için okuma-yazma kursları, istihdam kursları, kişisel gelişim, özgüven gibi çeşitli eğitimler başlatılıyor.
Barış süreciyle birlikte tutsak erkeklerin eve dönmesi de çeşitli sorunları beraberinde getiriyor. Birçok çocuk yıllar sonra babasını görüyor. Aile içi şiddet artıyor. Savaş döneminde tacize uğrayan birçok kadında  alkolizm ve uyuşturucu kullanımı sorunları başlıyor. Barış Antlaşmasından sonra da politikacılar daha çok makro politika, erkek tutsaklar gibi konulara yoğunlaşarak, kadınların sorunlarını göz ardı ediyorlar.
Kuzey İrlanda’nın en önemli sivil toplum örgütlerinden biri olan Kuzey İrlanda Komünite Vakfı’nın Başkanı Avila Kilmurray barış antlaşmasından sonra birçok kalkınma programının  devreye girdiğinden bahsediyor. Kuzey İrlanda kent ve kırsalında sayıları 5000’i geçen  yerel kalkınma grupları hem Kuzey İrlanda hükümeti hem de AB’den gelen fonlarla topluluk temelli çeşitli kalkınma programları başlatıyorlar. “Büyük politik sorunlardan çok, günlük yaşamdaki pratik sorunlara baktık ve bunlara eğildik” diye anlatıyor Kilmurray bu süreci. AB’den gelen kaynaklar ile hem Kuzey İrlanda içinde hem de sınırlar arasında (Kuzey İrlanda-İrlanda) ortak aktiviteler yapılıyor.
Aynı gün öğleden sonra savaş dönemi hapishanelerine ilişkin bir müzeye dönüştürülmüş olan tarihi Tar Anall binasında eski kadın mücadeleci ve tutukluları ziyarete gidiyoruz. Tall Anall girişindeki çeşitli işkence aletleri savaş döneminin dehşetini tüm çıplaklığıyla yansıtıyor. Eski tutsaklar tarafından yönetilen binada eski tutuklular ve ailelerine çeşitli hizmetler veriliyor, Burada çalışan kadınlar barışın sürdürülebilirliği için uğraşıyorlar.  Siyasi tutuklular için bugün en önemli sorunlardan biri eski sicillerinin silinmemiş olması. Bu siyaset yapmaların engel değil, ancak iş bulmaları, yurtdışına çıkmaları için ciddi bir engel. Eski tutuklulardan biri şöyle özetliyor durumu: “Kuzey İrlanda eski bir tutsak olarak ülkeyi yönetebilirsin ama taksi şoförü olamazsın.”
Bu merkezlerde bir yandan eski tutsakların iş bulmalarına yardımcı olunurken öte yandan geçmişe yönelik arşivleme çalışmaları yapılıyor. Birçok eski tutuklu hikâyelerini anlatıyor ve filme çekiliyor. Eski tutukluların ve ailelerinin bugün alkolizm gibi birçok ciddi sorunları var, halen ayrımcılığa uğruyorlar. Bu merkezler mahkumların aileleri ile de birçok çalışma yapıyor.
Farklı konularda çalışan bu sivil toplum örgütleri ve neredeyse her ufak topluluk içinde kurulan toplum ve kadın merkezleri birçok insan için koruyucu bir yer durumuna da gelmiş. Protestan ve Katolik her iki topluma da hizmet veren merkezler de mevcut. Bu karma merkezler kimi zaman paramiliter grupların saldırısına uğrasa da yollarına devam ediyorlar. Özellikle sanatın dönüştürücü ve geliştirici gücü, bu merkezlerde yapılan toplum temelli barış çalışmalarında yoğun kullanılıyor. Hikaye anlatımı, kısa film çekimleri, şiir, tiyatro gibi sanatın birçok dalı bu yaralı toplumun iyileşmesi ve birbirini anlamasına yardım ediyor. Kuzey İrlanda’da politik olarak bir yüzleşme gerçekleşmese de bu merkezlerde 2 toplum birbirlerinin acıları ve hikayeleri ile yüzleşiyorlar. Sanat terapi ve yüzleşmede bir araç olarak  kullanılıyor.
Sözü Tar Anall’da çalışan, 13 kişilik ailesinin fertlerinden birçoğunu savaşta yitiren eski bir kadın tutsakla bitirelim: "Birbirimizi affetmek zorunda değiliz ama yeni bir geleceğin inşası için kabullenmek ve tolere etmek durumundayız". (NB/HK)

İrlanda İzlenimleri 2: Müzakere Masasında Kadınların Rolü

Müzakere Masasında Kadınların Rolü

Kadınların tekrar görünmez olduğu Kuzey İrlanda toplumunda halen güçlü bir şiddet ihtimali var. Birçok konu çözülmüş değil...

İstanbul - BİA Haber Merkezi
19 Aralık 2013, Perşembe 00:04
 
Demokratik Gelişim Enstitüsünün düzenlediği Çatışma Çözümünde Kadınların Rolü konulu çalışma gezisi için basından bir grup gazeteci ile birlikte İrlanda’dayız. İrlanda ve Kuzey İrlanda gezimiz sırasında farklı politik düşüncelere sahip barış sürecinde yer almış birçok kadınla görüşme fırsatı bulduk.
İngiliz hükümeti 80’lerin sonunda savaşı güvenlik tedbirleriyle yenemeyeceğini fark edince şiddeti durdurmak için politik süreçleri başlatmaya karar veriyor. Müzakerelere başlamadan önce seçim kanununda sadece müzakere sürecine yönelik bir kerelik bir değişiklik yapılarak seçim barajları indiriliyor. Böylece 1996 seçimlerinde farklı seslerin hükümete ve dolayısıyla müzakere masasına gelmesine olanak tanınıyor.
Bu yöntemle müzakere masasında yer bulanlardan biri de Kadın Koalisyonu.
Koalisyon seçimlerden önce Protestan Katolik gibi farklı topluluklardan kadınların bir araya gelmesi ile kuruluyor ve müzakereler sırasında 9. Parti olarak giriyor meclise. Müzakere masasında biri Protestan topluluğundan diğeri Katolik topluluğundan olmak üzere iki milletvekili ile temsil ediliyorlar.
Koalisyonun içinde akademisyenler, öğretmenler, doktorlar, ev kadınları gibi çoğunlukla politik aidiyeti olmayan farklı sosyal gruplardan birçok kadın bulunuyor. Koalisyonun ana hedefi kadınları müzakere sürecine dahil etmek olarak belirleniyor.
Koalisyon kendi içinde sosyal sorunlara bakacak, şiddet kurbanları ile ilgilenecek, hapisteki tutsaklarla ilgilenecek müzakere takımları kurarak, her iki toplumda da çok sayıda insanı barış müzakerelerine dahil etmeye çalışıyor. 
Müzakere masasında sadece iki koltukla temsil edilmelerine rağmen kadınların masada sesleri çok güçlü çıkıyor. Dublin’de görüştüğümüz müzakereler sırasında İrlanda hükümeti adına müzakereleri yürüten, eski dışişleri bakanı Liz O’Donnell bu güçlü sesin nedenini şöyle açıklıyor: “Kadınların sesleri gerçekti, o nedenle güçlü çıktı. İçlerinde hem birlikçi olanlar hem cumhuriyetçi olanlar vardı. Toplulukların içerisinde bağlantı kuracak ilişkilere sahiptiler. Diğer partilerin politik bağlılıkları, güçlü politik amaçları vardı ama bu kadınlar öyle değildi. Sadece sorunu çözmek isteyen insanlardı, sivil toplumdan geliyorlardı politikadaki tutuculuğu gözardı edebildiler. İnsanlar birbiriyle çok sert konuşuyorlardı, bu kadınlar dışarıdan geldiler ve yeni bir dil getirdiler bu tartışmalara… Onların yetenekleri diğer politikacılarda yoktu, farklı arka planları nedeniyle farklı bakış açıları getirdiler.”
Kadınlar müzakere masasında birçok sıkıntıyla karşılaşıyorlar. Özellikle kadınları politikada görmek istemeyen birlikçi erkeklerden saygısız davranışlar görüyorlar. Ama yılmıyorlar. Belfast’ta görüştüğümüz Kadın Koalisyonunun kurucularından Avilla Kimurray bunu şöyle değerlendiriyor: “Eğer değişim için uğraşıyorsanız önce sizi gözardı ederler, sonra dalga geçerler sonra mücadele ederler. Bize de bunu yaptılar ama biz kazandık ve müzakere masasında yer edindik.”
Kadınlar çatışmaların çözümlenmesine ciddi katkı sunuyorlar. Öncelikle süreç sırasında ilişkilerin devamını sağlıyorlar. Müzakere masasında birçok şey taraflar arasında ciddi tartışma çıkarıyor. Erkekler peş peşe kapıyı kapatıp çıkıyorlar, kadınlar bu davranış ve öfke problemlerini çözmede çok başarılı oluyorlar. O’Donnell “Kadınların daha büyük bir siyasi ajandaları yoktu ve erkekleri masada tutabildiler” diye anlatıyor bu süreci.
Oldukça erkek dominant bir sahne olan barış sürecinde kadınlar çok çalışarak da bir fark yaratıyorlar. Referandumda sokaklara inerek insanları oy kullanmaya ikna ediyorlar. Geleneksel partilerin ulaşamadığı insanlara ulaşıyorlar, sivil toplumla erişimi hiç koparmıyorlar. Örneğin insanlar okuyabilsin diye barış anlaşmasını İrlandaca ve İngilizce tekrar basit sözcüklerle yazıp mahallelere evlere dağıtıyorlar. Barış sürecinin tabana yayılmasında oldukça etkili oluyorlar.
Kadınların müzakere sürecinde oynadıkları bu ciddi rol 1998’deki barış anlaşmasından sonra sürdürülemiyor. Barış sürecinde yapay olarak uygulanan nispi temsil sistemi kaldırılıyor, seçim sistemi eski haline dönüyor ve Kadın Koalisyonu gibi politik bir güç olmayan gruplar meclise giremiyorlar. Kadınların temsili zaten kadın-erkek eşitliği konusunda oldukça muhafazakar olan ada da tekrar geriliyor. O’Donnell “Eğer kadınların koalisyonu hükümette kalabilseydi bugün birçok sorun çözülmüş olabilirdi. Müzakereler sırasında şiddet kurbanlarından bahseden sadece kadınlardı. Onlardan sonra bu işe kimse dokunmadı, hala da önemli bir sorun olarak önümüzde duruyor” diyerek barış antlaşmasından 15 yıl sonra bile kadınlara olan ihtiyacı belirtiyor.
Kadınların tekrar görünmez olduğu Kuzey İrlanda toplumunda halen güçlü bir şiddet ihtimali var. Birçok konu çözülmüş değil, özellikle toplumsal travmalarda yol alınamamış. Bu yaralı toplumun kadınların bakış açısına her zamankinden daha fazla ihtiyacı var görünüyor. (NB/HK)

İrlanda İzlenimleri:1 "Aştî Kürdistan, Aştî Belfast!"

Aştî Kürdistan, Aştî Belfast!

29 Kasım 2013’te, doğum günümde, kendim adına, Kürtler adına, Türkler adına, İrlandalılar adına büyük bir özlemle yazıyorum Belfast’taki Barış Duvarına: Aştî Kürdistan Aştî Belfast - Kürdistan’a Barış, Belfast’a Barış!

Belfast - BİA Haber Merkezi
18 Aralık 2013, Çarşamba 00:10
 
38 yıllık yaşantımdaki en büyülü kelime “barış”. Nasıl olduğunu bilmediğim ama hep hayal ettiğim, en büyük arzum. “Barış”ı istemek, onu umut etmek ve onun için mücadele etmekle geçen yaşantımda öte yandan da beni ürküten bir şey “barış”.  Ya gelmezse, olur da benim kapımı çalmazsa, olur ya şehrime uğramazsa, eğer çocuğuma da konuk olmazsa…
Geçen hafta Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün (DPI) İrlanda’ya düzenlediği “Barış Sürecinde Kadınların Rolü” konulu çalışma gezisine biraz da bu ruh haliyle gittim. Yüzlerce yıl İngiltere’nin baskılarıyla yaşamış İrlanda halkı barış anlaşmasının üzerinden geçen 15 yılda barışla gerçek anlamda tanışmış mıydı? Barış bir kelime olmaktan çıkıp İrlanda’nın mahallelerine, köylerine, okullarına, çocuklarına yansımış mıydı?
İngiltere yaklaşık 800 yıl önce İrlanda’ya geliyor ve 800 yıldır zaman zaman artan ve azalan çatışma içinde yaşıyor İrlandalılar. Katolik İrlandalılar ve Protestan İngilizler arasında yüzlerce yıl verilen mücadele sonunda adanın güneyi 1922 yılında İrlanda Cumhuriyeti olarak bağımsız bir ülke oluyor. Adanın kuzeyi yani Kuzey İrlanda ise İngiliz denetimi altında kalıyor.
Kuzey İrlanda sorunu tam da buradan çıkıyor. İngiltere denetimindeki Kuzey İrlanda’nın Katolik halkı için Protestan İngilizlerin denetiminde yaşamak kolay olmuyor. Baskı ve ayrımcılıklar günlük yaşamın bir parçası haline geliyor. Katoliklere karşı her düzeyde ayrımcılık yapılıyor. Polis gücü Protestanlardan oluşuyor, Katolikler evlerini terk etmek durumunda kalıyorlar, şiddet görüyorlar. Bunların bir sonucu olarak 1970’lerin başında  IRA silahlı bir mücadele başlatıyor. 30 yıllık bu silahlı mücadele döneminde 4 bin insan ölüyor, 10 bin kişi yaralanıyor ve 40 bin kişi tutuklanıyor. Kuzey İrlanda’nın 1,5 milyonluk nüfusu düşünüldüğünde bu rakamın ürkütücülüğü ortaya çıkıyor. Neredeyse her evde ya bir kayıp ya bir eski tutsak bulunuyor.
Çatışmaları durdurmak, barışı inşa etmeye başlamak 20 yıllık uzun bir süreyi alıyor. Bu 20 yıl boyunca birçok kez ateşkes bozuluyor sonra tekrar masaya oturuluyor. 1988’deki müzakereler bir rahip tarafından gerçekleştiriliyor. Her gün bombaların patlatıldığı bu karanlık dönemlerde 10 yıl müzakereler gizli yürütülüyor. 1998’de Hayırlı Cuma antlaşmasının imzalanması ile çatışma dönemi sona eriyor.
Dublin havaalanına iner inmez görüştüğümüz İrlanda Eski Dışişleri Bakanı Dermot Ahern Hayırlı Cuma Antlaşması için: “Bu bizim için son belirleyici anlaşma değildi ama onu gölde bir işaret olarak algıladık, birleşik İrlanda’ya bizi götürecek bir yol olarak algıladık” diye belirtiyor.
Kuzey İrlanda’da sorun sadece Katolikler ve Protestanlar arasında dini bir ayrışma gibi görünse de bugün Kuzey İrlandalılar ulusal kimlik ve arzularda da ayrışmış durumdalar. Geleceklerine ilişkin farklı grupların farklı tahayyülleri var. Son çıkan bayrak krizi ve uzun yıllar sonra ilk defa geçen hafta patlayan bomba da bunun bir göstergesi.
Kuzey İrlanda’da sorunun yüzeyini biraz kazıdığınızda binlerce insanın öldüğü ve yaralandığı küçücük ayrışmış bir toplumla karşı karşıya kalıyorsunuz. İşin ilginç tarafı kendi içinde Katolik ve Protestan olarak ayrışan bu küçük toplum da aslında bir arada yaşamıyor. İrlanda’da bu iki toplumun yaşadığı yerler duvarlarla birbirinden ayrılıyor. İronik bir biçimde “Barış Duvarı” denilen 30 metre yükseklikteki bu duvarlardan barış antlaşmasından sonra 30 tane daha inşa edilmiş durumda.
Her iki topluluktan da görüştüğümüz herkes bu duvarların gerekli olduğunu ve duvarların arkasında kendilerini daha “güvenli” hissettiklerini belirtiyorlar. Gezi sırasında görüştüğümüz birlikçi partiden milletvekili Paula Bradley: “Barış duvarlarının gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü hala geçmişte yaşayan o hesapları kapatmamış kişiler var. Her iki toplum kendileri istedi bu duvarları, daha güvende hissetmek istiyoruz. Duvarlar bir korunma hissi veriyor o nedenle talep ediliyor…” diye açıklıyor durumu.
Bu duvarları gördükten sonra Kuzey İrlanda’ya barış gelmiş demek oldukça zor. İki toplum okulları, sokakları, parklarıyla daha da ayrışmış bir şekilde, geçmişin olanca ağırlığı ile birbirlerine sırtlarını dönerek yaşamaya devam etmekteler. Ahern gibi birçok önemli politikacı bunun farkında olarak, görüşmelerimizde asıl önemli olanın İrlanda’yı birleştirmekten çok insanları birleştirmek olduğunu belirtiyorlar.
29 Kasım 2013’te, doğum günümde, Belfast’taki Barış Duvarına gidiyorum. Kendim adına, Kürtler adına, Türkler adına, İrlandalılar adına, yaşanmayan tüm hayatlar adına, savaşla geçmiş 38 yıllık ömrümün yeni bir yıldönümünde, büyük bir özlemle yazıyorum Belfast’taki Barış Duvarına: Aştî Kürdistan Aştî Belfast! (NB/HK)

[1] Kürdistan’a Barış, Belfast’a Barış!

Monday, December 16, 2013

ÇÖZÜM SÜRECİNDE KALKINMA

Çözüm Sürecinde Kalkınma

*As published in BIANET on 03.12.2013

İrlanda barış sürecinin baş aktörlerinden biri olan ABD’li eski senatör George Mitchell, barışın tesisinin kuşaklar alacağını söyleyerek, çatışma sonrası süreçte özellikle insanların kafaları ve kalplerindeki anılarının tamirinde ekonomik imkanların da önemine dikkat çekerek şöyle diyor:

“İki tarafın liderliğinin de bunun için birlikte çalışması gerekiyor. İşin bir diğer yanı da, ekonomik imkânlarla ilgili. Ekonomik durgunluğun olduğu bir yerde, barış sürecini uygulamaya koymanız çok daha zordur. Dolayısıyla etkili bir politik liderlik, sağlanacak ekonomik imkânlarla birlikte önemli.”[1]

Henüz Türkiye’de çatışma sonrası döneme girmiş olmasak da çatışmanın barışa daha hızlı evrilmesi için Mitchell’in deyimiyle kafaların ve kalplerin yeniden tamiri için yüzleşme, adalet ve telafi politikalarının yanı sıra pek de gündemde olmayan ekonomi ve kalkınma politikalarının da altyapısının hazırlığı gerekecek.

Bölgenin 30 yıllık savaş boyunca yıkılan ekonomisinin GAP yatırımları, SODES programları ve mevcut teşvik yasası ile toparlanacağını beklemek hayal olur. GAP çok uzun yıllardır sadece Bölge halkı için değil kendi çalışanları için de kurtulmaya çalıştıkları atıl bir kurum haline dönmüş durumda. 25 yılda birçok çabaya, tekrar tekrar hazırlanan master planlara rağmen bu kurum toparlanamadı ve Bölgenin kalkınmasında lokomotif rolünü üstlenemedi maalesef. 2008 yılında GAP Eylem Planı’nın sosyal içerme ayağı olarak başlatılan,  amacı zorunlu göç mağdurları ve yine dezavantajlı diğer toplum kesimlerin refahını arttırmak olan Sosyal Destek Programı (SODES) da  amacı doğrultusunda yürütülmedi. SODES’lerin yürütülmesi Bölge’de Valiliklerin keyfi kararlarına bırakıldı. Oldukça gerekli ve iyi niyetli bir çabayla başlatılan SODES Programı, bir müddet sonra birçok ile yaygınlaştırılarak, özellikle de devlete daha yakın duran veyahut eleştiri getirmeyen sivil toplum örgütlerinin devlet eliyle güçlendirilmesine yarayan bir kaynak konumuna indirgendi. Bölge kalkınmasında kullanılan bir diğer araç teşvik yasaları da Kürt illerine istenilen yatırımı çekmedi. Son çıkarılan 5084 sayılı Teşvik Yasası da daha öncekiler gibi,  yasa kapsamındaki birbirinden farklı ekonomik potansiyellere sahip illerin ve bölgelerin aynı statüde değerlendirilmesi, siyasi baskılarla  kapsamının sürekli genişletilmesi, yerelde yasanın uygulanmasında çıkarılan çeşitli zorluklar nedeniyle  istenilen etkiyi göstermedi.   
Binlerce boşaltılan ve yakılan köy, mera yasakları, Bölge kırsalında yok olan tarım ve hayvancılık, yok olan yaşam, şehirlerde bitme noktasına gelen üretim ve ticaret, her geçen gün artan işsizlik ve açlık…  30 yıllık savaşın Bölgede yarattığı ekonomik tahribat önümüzde tüm çıplaklığıyla duruyor.  Mevcut ekonomik ve kalkınma programlarının bu tahribatı dönüştürme gücü olmadığı ortada.

Barış süreci ilerlerse (ki umudumuz budur), süreçle birlikte Bölge kırsalından büyük şehirlerin varoşlarına göç edenlerin bir kısmı geri dönecek, Mahmur gibi kamplar boşalacak, dağdakiler inecek. Sayıları milyonları bulan bu insanlar evlerine dönecekler. Bu insanların çok ciddi bir kısmının kırsaldan gittiği düşünülürse, dönecekleri yer de yine Bölge kırsalı olacak. En az 20 yıldır yuvadan, kırdan, tarladan, üretimden uzak olan bu insanların çoğu  en basitinden bir ağacın nasıl budandığını bile hatırlamayacaklar. Göç insanların binlerce yıllık üretim kültürünü de yok etti. Kalkınma ajansları aracılığıyla yıllık hibe ve proje çağrılarıyla şekillenen şuan ki mevcut kalkınma yaklaşımı ile bu insanları kırdaki yaşamlarına entegre etmek mümkün değil. 

Kapsamlı, sosyal ve ekonomik çalışmaların elele gittiği, insanı odağına alan hak temelli kalkınma programlarına acilen ihtiyaç var. Devletin biran önce kapsamlı kırsal kalkınma programlarını devreye sokarak savaşın tüm tahribatı ile dönecek olan bu insanlara yaşamlarını yeniden kurabilmelerinde destek olması gerekiyor. Bu kafaların ve kalplerin tamirine de iyi  gelecektir. Çözüm sürecinde Kalkınma Bakanlığının bir misyonu da bu olmalı…

Nurcan Baysal
26.11.2013, Diyarbakır








Tuesday, December 3, 2013

The consensus view of village guards: “THE STATE USED US”

The consensus view of village guards: “The state used us”

*As published in BIANET on 10/11/2013



The village guard system has been a subject of discussion in Turkey since 1985, the year the system was first launched. The system came to agenda usually with respect to crimes committed by village guards. There is a lack of further information about the village guard system in general. Who are these village guards? How do they live? Why and how did they become village guards? What is the meaning of being son or daughter of a village guard in Kurdish society? What do the village guards actually think about the system? Do they demand abolishment of the system? What is their perception about future?